21 Aralık 2011 Çarşamba

Yine telaşlı bir sonbahar ve yine sen...


Yaşamak ne kolay olurdu, sadece bu günde yaşayabilsek, dünde kalan ne varsa umarsızca kaldırıp bir kenara atabilsek!..


"Hayat zordur" demek, biraz da bu değil midir?

Evet, hayat zordur, çünkü hatırlarsınız!..

Hayat, gerçekten zordur, çünkü unutamazsınız!..

Geçip durmakta olan sadece gün, ay, hülâsa zaman. Ama hep içimizde sakladığımız bir "an"da biz değil miyiz takılıp kalmış olan!..

"Geçmek", arkasında bir şeyleri öylece bırakmaksa, onlara sırt dönüp gitmekse biz de çoktan geçmiş, biz de çoktan gitmiş olurduk!..

Lâkin bir türlü geçemedik, geçemiyoruz...

"En eski hatıralar daha henüz dün gibi..." diyen o güfteci de geçip gidenlerden olsa böyle bir "itirafta" bulunabilir miydi?

Peki, "nereye kadar" bu böyle? Ölüm nihayet midir bu derde? Söker alır mı bizi bu durduğumuz yerden?

Çok da emin değilim, ne yalan söyleyim...

Evet, şiir, "daha"sını diyemediğiniz noktada imdada yetişiyor ise "şiir"dir, diyelim ve "medet" deyip şiirimize geçelim...



(T)uzak sözler...

İçimin infazlarında
Basar tetiğe "an" döker zaman...

Ağır yaralı bir sabah uyanır
Bir düş acı içinde kıvranır, sağ kalan...

Cebimde yalan
Dudaklarımı kanatan söz kalır...

Ve şehir talan
Boğazı kapatır bütün gemiler
Gökyüzünde eylemci bir martı tutuklanır...
........

Radyoda hüzün
Durmadan aklıma düşer yüzün
Duvarlarda eski bir şarkı yankılanır...

Tadı yoktur içtiğim çayın
Yastığıma işlemiştir kokun
Saçların avuçlarımda derin izler bırakır...

Bomboştur sokaklar
Penceremde gözlerinin buğusu
Rüzgarın uğultusu koynuma saklanır...
 .........

Uygun adım üşür ellerim
Sürgüne yollanır düşüncelerim

Terim yokluğuna karışır...
Sana kavgalıdır sesim

Kavgalıdır nefesim boynuna
Sonra düşerim sarhoşluğuna
İçim senle barışır...

Elim ayağım dolaşır
Telaşlı bir sonbahar

Çarpıp durur pencereme
Soyunursun geceme
Kokun yastığıma bulaşır...
.........

İçimin infazlarında
Basar tetiğe "an" döker zaman

Sızarım bin acıdan gözlerine
Düşerim ellerine umursamadan...

Bilirim özlersin
Hiç bir sabah iflah etmez yüreğini
Bana uyanmadan...
 ……

Hep sonradan gelir aklım başıma
Bir sigara yakışıma efkarlanır şehir
Yazdığım şiir körkütük…

Okkalı bir tükürük fırlatırım boşluğa
Ne zaman elimde kadeh seni düşünsem
Ayılırım yepyeni bir sarhoşluğa… .....


İzdüşüm... Ercüment Kaya (İz/düşüm)



Kaynak: http://www.edebiyatdefteri.com/siir/548037/



14 Kasım 2011 Pazartesi

Geçmiş zaman olur ki...

Elizabeth Taylor, bir dönemin unutulmaz aktrislerinden biriydi ve daha henüz küçük bir çocukken oyuncu olarak adım attığı sinema dünyasında rol aldığı filmlerle büyük bir ses getirmişti..

27 Şubat 1931'de İngiltere'de doğan bu İngiliz asıllı aktristin, 23 Mart 2011 tarihindeki ölümüne kadar, aşklarının da o dönemin magazin dünyasını oldukça meşgul ettiği bir gerçek. Henüz 18 yaşındayken ünlü otel kralı Hilton'un oğlu Conrad "Nicky" Hilton 6 Mayıs 1950 tarihinde ile ilk evliliğini yapan "Liz" Taylor'un 6 ay süren bu evliliğinden bu güne kalan resimlerle o günleri dilerseniz yeniden analım.

O günlerde Elizabet Taylor 18, Nicky Hilton ise 23 yaşındaydı...

29 Ekim 2011 Cumartesi

AĞLA DEDİM RÜZGÂRA...


AĞLA DEDİM RÜZGÂRA...

Ağla dedim rüzgara,
Biraz benim yerime...
Adı bile olmayan
Bir kuru yaprağım ben
Zamansız silkelendim,
Düştüm gönül evimden...

* * *

Geçip gitti üstünden,
Yıllar bulutlar gibi
Ne o gülşen var artık,
Ne de o gonca kaldı
Sular gibi çağlayan,
Bir gençliğin ardından
Bak böyle perperişan
Viran bir gönül kaldı...

* * *

Var mıdır ki zamanı,
Geriye döndürecek
O nadide goncayı,
Bana geri verecek
Yoksa şu kırık dökük
Hatıralar mı beni
Teselliye yetecek?..

* * *
İmkânsız bir hayalin,
Peşinden yıllar boyu 
Koşmak nereye kadar?
Artık ne bir hevesim,
Ne de bir ümidim var
Bir kuru veda ile
Bitse artık diyorum,
Şu yaşayıp durduğum,
Bir ömürlük sonbahar!..

Ahmet Hüsnü 


                                                      Adana / 29 Ekim 2011



22 Ekim 2011 Cumartesi

NAR-I AŞK

İnsan, sonradan böyle olmadı.
O hep böyleydi...
Eksik yaratılmış, noksan bırakılmış ve yeryüzüne öylece salınmıştı...
Ne olursa olsun, ister Mısır'a sultan, isterse de bir lokmaya muhtaç olsun, içinde, kendini sürekli hatırlatan, onu bütün varlıklarının ve yokluklarının üstünde bir muhtaçlıkla karşı karşıya bırakan bu ihtiyaç ve bu özleyiş, dünya durdukça hep var olacak.
Hiç bir maddi kudretin karşılamaya güç yetiremediği bu boşluk duygusu, tamamlanmayı şiddetle talep eden ama tarif edilemeyen bu eksiklik, bu yokluk, bu öksüzlük duygusu, o; kendini böyle "amini eksik bir dua gibi" yarım bırakanı bulamadıkça hep böyle sürüp gidecek...
İşte bu yüzden bunca şarkılar, bunca şiirler...
O en çok muhtaç olunana, o en çok sevilene, o en çok özlenene seslenişler, yakarışlar, insanı "bin yıldır akan bir ırmak" gibi yorgun ve uykusuz bırakan o çırpınışlar...
Bu, görünmez ateşiyle ruhlarımızı yakıp kavuran, o "nar-ı aşk" bu...





NAR-I AŞK 


gözlerinin yeşilini bıraktığın son yaprak da düştü döne döne 
sanki yüreğime bir gramofon iğnesi batar 
içimde düne dair… 
derin bir veda acısı, 
hicran sancısı, mahşeri bir özlem ve koskoca bir boşluk var 
seninle yaşamak bahardı… 
yokluğun hazan…eylül buram buram hüzün kokar 


gi t t i n  g i d e l i…; 


boncuk boncuk terlemiş… 
saçları dağınık bulutlar düşer irem bahçelerinden 
kapımı çalar seninle birlikte yitip giden mavilikler ve 
uçurumun kenarındaki evrenin gözyaşları 
uçurtma rüzgâr… 
rüzgâr uçurtma ister benden 

oysa… kara görmüş deniz gibi terk etti aklım beni 
onlarca martı ölüyor her gün ömrümden



sensiz… 
haritası olmayan dünya mıyım…yoksa dünyası olmayan harita mıyım ben- 


galiba… 
biraz hava…biraz da suyum 
sevmek ıslaktı…oysa şimdi kuruyum 
“aşk işi de olsa her canlı” 
henüz çözülememiş gizemli bir soruyum 


meselâ… 
-gittiğin gün mü öldüm…yoksa öldüğüm gün mü gittin- 
her aynada senin yüzün…her duvarda resmin 
bense üçgen dairelerde hapisim -herkes mi ben…yoksa ben mi herkesim- 


elbet bir bildiği vardır diye…gönlümün peşine düştüm 
çiçek oldum…güneşinin muhabbetine dayanamayıp zemheride açtım 
öyleyse… 
-ben miyimdim seni seven…
yoksa sen miydin kendini sevdiren- 


artık…! 
ne bahar ne yazım 
ne kadar yoksun…
o kadar ayazım . 


içtikçe dolan boş bir rakı şişesi kadar susuz 
bin yıldır hiç durmadan akan ırmak kadar uykusuzum 


öyleyse… 
- geceler mi sarhoş…yoksa ben mi ayığım- 


Amin’i eksik dua… 
sahili dövmekten yorulmuş dalga gibiyim 
bakımsız bahçeye… 
yuvasından kovulmuş serçeye döndüm 





sanki dünyadan elini ayağını çekmiş istiridyeyim 
anılarımızı saklıyorum annemin akide kavanozunda 
yüzümdeki hüzün girdaplarını çizen uçurum perileri… 
suzinak şarkılar terennüm ediyor… 
düş kurduğumuz mevleviler tapınağının pervazında 





çıkmaz sokakta kaçak… 
yeniden yakılmayı bekleyen sönmüş ocak gibiyim 





bilmiyorum…! 
aşkın meşalesi tekrar ne zaman yanacak 
-geçmişim mi daha kısa…yoksa geleceğim mi daha uzun olacak- 


neyse ki… 
elâ bir gökkuşağı demleniyordu iğde dalında… 
yakaladım umudun kıvırcık saçlarından 
ve esmer bir kuğu kondurdum dudağıma 





gölgemden uçurtma… 
 bezden bebekler yaptım…
yokluğunda eş olsun diye serçe parmağıma 
kilim desenlerinde düşlerini buldum senin gibi taşralı bir güzelin 
ve şarabın öyküsünü sordum…göğümde uçuşan asma yaprağına 


dedi ki… 
/…-her insan bir boşluğa tutunur 
ki o boşluk…tanrısal bir yontudur- 
ve 
her aşk...kül rengi bir zamandan sonra soğur ve unutulur 





kim bilir...! 
bakarsın gün gelir… bir cemre gibi düşer nar-ı aşk 
ve o boşluğu doldurur…/ 




Tahsin Özmen









30 Eylül 2011 Cuma

Müthiş bir ses: Katherine Jenkins




BİR KİLİSE KOROSUNDAN DÜNYA LİSTELERİNE
Batı’da ‘Classical Crossover’ diye adlandırılan ve pop ile klasiği birleştiren müzik türünden en çok albüm satan ve hızla yükselen isimlerinden biri. Albümleri aryalar, ağıtlar, popüler şarkılar ve klasik müzik eserlerinin bir karışımı.

GAL PRENSESİ 
Jenkins, Galler’de Neath’de doğdu. Derslerinde çok başarılıydı ama küçük yaştan itibaren piyano çalmakta ve şarkı söylemekte de özel becerileri olduğu anlaşıldı. 10 yaşından itibaren katedral şarkıcılığı eğitimi aldı ve Kilise koroları’nda şarkı söylemeye başladı. 90’lı yıllarda BBC Radyoları tarafından ilk kez Yılın En İyi Koro Şarkıcısı seçildi. 17 Yaşında Royal Academy of Music’te okumak için burs kazandı. Çalışkan ve disiplinli bir öğrenciydi. Ama daha sonra itiraf edeceği gibi arkadaşlarıyla birlikte kokain ve ectasy de kullandı. Şimdi bunları bir gençlik hatası olarak gördüğünü söylüyor. Foto model ve serbest müzik öretmeni olarak çalışırken bir güzellik yarışmasına girdi ve Galler’in Yüzü seçildi. Sene 2000’di. Artık bir müzik kariyeri için harekete geçebilirdi. Demosunu alıp Universal ile görüşmeye gitti. Görüşmede Rossini’nin “Una voce poco fa”sını söyledi. Hemen anlaşma imzalandı. Daha sonra Universal’in klasik müzik kayıt endüstrisinin gelmiş geçmiş en kârlı anlaşmasına imza attığı yazılacaktır. Haksız değillerdi. Jenkins’in, Universal çatısı altında çıkardığı altı albüm tam 4 milyon adet satışa ulaşacaktı.

PEŞ PEŞE REKORLAR
Listelerinde bir yıldız gibi parladı, kelimenin gerçek anlamıyla tarih yazmaya başladı. İlk albümünün satış rakamlarına göre bu kadar kısa sürede bu kadar çok satan bir mezzo soprano daha yoktu… Klasik müzik endüstrisinde aynı yıl içinde çıkardığı iki albümle bir numara olan ilk sanatçı oydu. Altı albümünün tümü de klasik müzik listelerinde bir numara olmayı başardı. Klasik müzik dalinda verilen BRIT Ödüllerini üst üste iki yıl boyunca kazanan ilk kadın sanatçı olmayı da başardı.

Jenkins’in Dolby Porton’un Vhitney Houston tarafından da yorumlanan ünlü “I will always love you” şarkısını İtalyanca söylediği versiyonu (L’Amore Sei Tu) üçüncü albumu “Living A Dream’da yer aldı ve albüm klasik müzik listelerinde neredeyse bir yıl boyunca zirvede kalmayı başardı. Pop albüm listelerinde ise dördüncü sıraya kadar çıktı ve BRIT Ödüllerin bir kez daha Yılın Albümü seçildi. Dördüncü albümü “Serenade” 2006’da çıktı ve ilk haftasında 50 bin satarak klasik müzik türünde yeni bir rekora daha imza attı. Take “That” den Gary Barlıw’un yazdığı şarkıların da bulunduğu 2007 tarihli “Rejoice” adlı beşinci albümü, pop mizik listelerine üç numaradan girmeyi ve Spice Girls’i sollamıyı başardı. Jenkins, “Genç bir kızken Spice Girls’i radyoda dinlediğim yıllarda onlardan daha fazla satacağımı hayal bile edemezdim” diyebilen bir sanatçı.

KLASİK VE POP
Jenkins artık klasik müzik etiketinden çıkmış, ‘Classical Crossover’ denen pop ile klasiğin buluştuğu bir alana dahil olmuştu. Müzik endüstrisinin 60’lı yıllarda keşfettiği bu kategori, klasik müzik eserlerinin satışlarını kat be kat aşıp pop listelerine giren eserlerin ortaya çıkmasıyla oluşmuştu. 2008’de ‘Sacred Arias’ albümünü yayınladı. Bu onun Universal ile son çalışması oldu. Albümün çıkmasından bir gön önce The Daily Telegraph Gazetesi Jenkins’in 10 Milyon dolara Warner Music ile klasik müzik endüstrisi tarihinin en iyi anlaşmasını yaptığını yazıyordu.

YENİ ALBÜM YENİ YOL
Jenkins yeni albümü ‘Believe’i 26 Ekim 2009’da çıkardı. Albümde Jenkins’e Anrea Bocelli, Andre Rieu ve Chris Botti gibi ünlü müzisyenler eşlik etti. Eleştirmenler albümü Jenkins’in müzik hayatındaki yeni bir dönemin başlangıcı olarak gördüklerini belirttiler. Özellikle şarkı seçimi ve müzikal açıdan övülen Jenkins yapımcı Davit Foster’la yaptığı işbirliğinin uzun vadede çok iyi bir sonuç vereceğini yazdı. Jenkins şimdi daha büyük oynuyor ve bana göre yeni bir Sarah Brightman olmaya hazırlanmakla kalmıyor hedefi Celine Dion, Whitney Houston, Barbra Streisand çapında bir büyük stara dönüşüyor…

Minik bir not: Katherine Jenkins, aldığı ödüllerin tümünü genç yaşta kaybettiği babasına adıyor…

Kasetini mutlaka alın derim…

Saygılar…

Ucnokta…


http://ucnoktaaforizma.wordpress.com/2011/08/10/katherine-jenkins/

26 Eylül 2011 Pazartesi

KULAĞINI ÇINLATTIM!..


KULAĞINI ÇINLATTIM!..

Efkârımın sebebi çatılmış kaşlarında;
Senden kalan ne varsa gecelere anlattım…
Bırakıp hayalini kaldırım taşlarında;
Resmine baka baka kulağını çınlattım…

Veda vakti dilimde söylenmemiş tek hece;
Sanki umut var diyor gözündeki bilmece;
Sayende alev alev aydınlandı son gece;
Bu şehri yaka yaka kulağını çınlattım…

Kanatlan yüreğimden yalvarırım uç artık;
Seni sevmek günahım özlemekse suç artık;
Hasret çekmek eziyet buluşmamız güç artık;
Gözlerden aka aka kulağını çınlattım…

Hiç gördün mü güzelim hani sensiz gülerken;
Bilmem neye şükrettin ben hep seni dilerken;
Adını yüreğimden usul usul silerken;
 Dişimi sıka sıka kulağını çınlattım…

Keyfimden içiyorum ne gam kaldı ne tasa;
Şenlenir bir büyükle oturduğum şu masa;
Unuttum sanma seni tövbe de aman haşa;
Canımdan bıka bıka kulağını çınlattım… 


Ali ALTINLI – 24 Eylül 2011

http://www.edebiyatdefteri.com/siir/516677/kulagini-cinlattim--.html


18 Eylül 2011 Pazar

Sandunga, Kalbimin Annesi...

Sandunga, Meksika'da yaşamış bir kadının, bir "annenin" adı.

Annesi Sandunga'yı kaybeden evladın feryadının şarkısı da diyebiliriz bu İspanyolca şarkıya... Tıpkı, şarkıda sık sık tekrarlanan şu mısra gibi:


"Sandunga, mamá de mi corazón"

yani:


Sandunga, kalbimin annesi... 

 Bir ekşi sözlük yazarı şöyle yazmış bu şarkı hakkında:

"Dün geceden beri, defaatle dinlediğim ve her seferinde önce derin bir hüzünle ruhuma işleyip, sonra da ruhumdan sökülen şarkı... nasıl bu derece hüzünlü, acılı ve bir o kadar da şefkatli olabilir diye düşünmüştüm gece boyunca...

-bir sevgiliye verilen ayrılık öpücüğü, bu şarkı olmalı...

-bir evladı, askere gönderirken bu şarkı dinlenmeli...

- uyuyakalmış bir dostun üstü bu şarkıyla örtülmeli,

diye bir kaç şey düşünmüşken, "annenin ölümü", geçmemişti aklımdan, bu şarkının annenin ölümüne ağıt olduğunu öğrenmek sadece perişan etti, sabah sabah ofisin ortasında bilgisayarın karşısında gözyaşlarına boğdu, bir akordeonun açılışı gibi yırttı ruhumda bir şeyleri... ağzımdan şu sözler döküldü sonra:

-tanrım, annemi bana bağışla, bu şarkıyı bana söyletmeden onunla çok daha uzun ve mutlu yıllar geçirmeme müsade et..." 

Şarkının hikayesine de vakıf olunca, şarkı daha da bir anlam kazanıyor haliyle....

İşte, Lila Downs'ın sesinden o güzel ve dokunaklı şarkı; Sandunga:


 





24 Ağustos 2011 Çarşamba

SAKLI ŞARKILAR...

"MOR ELBİSE"

Nasıl oluyorsa oluyor, böyle güzel şarkılar, işte böyle, çalınmaya söylenmeye bir kenarda unutulup gidiyor.


"Mor Elbise" de bu şarkılardan biri... Yıllar var, bu bir zamanların unutulmaz şarkısını, internetteki paylaşımlar hariç, hiç bir yerde ne duydum ne de dinledim. İyi ki bu internet icat oldu da, böyle unutulmuş, saklanmış, pek az insanın hatırında kalmış o güzelim şarkıları bulabiliyoruz, dinleyebiliyoruz, paylaşabiliyoruz...  Bu şarkıyı bildiğim kadarı ile o zamanlar sadece Emel Sayın ve Ahmet Özhan "plağa" okumuşlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bana göre Ahmet Özhan'ın sesi bu şarkıya daha iyi gidiyor sanki...

Bu kadar söz yeter diyelim ve aşağıda sözleri ile beraber videosunu da eklediğim bu güzel şarkıyı dinleyin ve bir an için de olsa, gidin o güzel günlere...


MOR ELBİSE

Nerde bakışlarından bana akan sevgiler....
Hani o saçlarından alnına düşen teller..
Nerde o akşamları bana verdiğin busen...
Hani loş ışıklarda giydiğin mor elbisen...

Nerde gözlerindeki sevda yüklü ışıklar...
Hani aşka susayan, titreyen o dudaklar..
Nerde o akşamları bana verdiğin busen...
Hani loş ışıklarda giydiğin mor elbisen...

Söz     : Halit Çelikoğlu
Beste : Selami Şahin

Yıl      : 1974






22 Ağustos 2011 Pazartesi

Mevsim Hüzün


Mevsim Hüzün


sonbaharın
öteki adıdır hüzün
gidenleri hatırlatır

yağmur bulutları
sarmaya başlarken şehri
bulanık bir suya
düşen yüzün
yüreğimin son çırpınmasıdır

öyle ki
adımlarının gölge gölge
takibindeyim

bil ki adımını attığın her yerde
sen belirirken ben silinivermekteyim

bu nasıl rüzgar bir yapraklar bir de
ben üşüyorum.

tut ellerimden hüzün mevsiminde
yüreğinden düşüyorum



Önder YILMAZ (Hayalayna)/ 4 Ağustos 2007




http://www.edebiyatdefteri.com/siir/22012/



7 Ağustos 2011 Pazar

CAN YOLDAŞI

Kimsenin pek bilmediği şeyler üzerine, şöyle böyle bir şeyler atıp tutmak, kendinizce yeni bir şeyler söylemek kolay da, aşk üzerine ahkam kesmek öyle göründüğü kadar kolay bir iş olmasa gerek!.. 


Hadi mesela, bulabilirseniz bulun hiç aşık olmamış birini de anlatın bakalım ona aşkı!.. İmkansız iş, değil mi? 


Mesele şu ki; okuduklarınıza, seyahatlerinize, duyduklarınıza, gördüklerinize dayanarak, mesela siyaset üzerine, ekonomi üzerine, ne bileyim, tarih üzerine kimi fikirler üretebilir, bunda başarılı da olabilirsiniz. Ama aşk öyle mi ya?!.. 


Aşk, aşık olduğumuz insanla paylaşmak için can attığımız bir sırrımız ise, içimizde bu "aşk hissi"ni uyandıran-ya da daha sorumuzu genişleterek soralım- "aşk"a dair içimizde daima hissedegeldiğimiz bu "açlığın" nedeni nedir?!.. Her konuda kendi kendimize yetebildiğimizle övünüp dururken, "aşk" söz konusu olduğunda neden başımız birden yere eğiliverir ki?.. Bedenimiz eksiksiz ama ruhumuz mu yarım yoksa?!.. "Bizden içre" olan başka bir "ben"imiz var ki, her halde biz ona yetemiyoruz!.. Öyle anlaşılıyor ki; o, kendi yoldaşını, kendi candaşını bulmadıkça öksüz ve yetim bir çocuk gibi içimizde hep ağlayıp duracak... 


Bundan sonrasını bırakalım, göklerin ve denizlerin aydınlık maviliklerinden, ağaçların, çayırların, çiçeklerin envaî çeşit renklerinden durmadan rengârenk buketler yapıp yapıp sevdiğine sunar gibi şiirler yazan, renklerin, göklerin, aydınlığın şairi Mehmet Başaran'ın "Can Yoldaşı" isimli çok sevdiğim dizeleri söylesin!..

CAN YOLDAŞI 

Sen hürriyetin, türkülerin kızı
Sen sıcaklığı kanımın
Şu koskoca dünya üzerinde
Yoldaşı kimsesiz canımın


İşte gözgöze geldik bu akşam
İnandım aşılırmış Kaf dağları da
Kollarında bakir toprak lezzeti
Yanıyorsun, bir damla ter kadar güzel


Sarışın tarlaları mı kucaklamışım ben
Ne bu çiçek kokusu ekin kokusu
Deli bir rüzgâr geçiyor gönlümden
Yıldızlar ışıyor gözlerin gibi


Böyle konuştukça avucun sıcak sıcak
Karşımda ıslak dudaklar titrer
Başım üstünde yeni doğmuş ay
Altın tınazlar gibi savrulur içim


Mehmet Başaran

31 Temmuz 2011 Pazar

Ahlat Ağacı

Eşin dostun yaşıyor bak bahçelerde
Sen çıplak bir doruğun üzerindesin
Tam rüzgârın engini sardığı yerde
Yekpare bir mavilik üstünden akar
Altında köklerini sıkan bir toprak var

Dertleşir durursun gölgenle
Bazan öyle yakın geçer ki kayan yıldızlar
Halini soruverecek sanırsın
Dağılır üstündeki yeşil sükût
Ümitle kımıldanırsın

Bakma sana bir ad verdiklerine
Yerle gök arasında bir karaltısın
Ve bütün dünya seni unutmuş
Sanki kim bilecek yaşadığını
Gelmese dallarına birkaç fakir kuş

Ne de dolmaz çilen varmış
İlk defa kırağı yaktı canını
Aşkı sonra bulutların
Rüzgârın cilvesi değil miydi
Döken yapraklarını

Durmuşsun kırların bir ucuna
Ah senin halin köylü hali
Yaşarsın kıraç toprakta
Servi-simin misali

                                  Mehmet Başaran



8 Temmuz 2011 Cuma

Sen öyle şanslısın ki...


Terbiye

Sen öyle şanslısın ki Tanrı
ne kendine aykırı yolların var saptığın
ne korkuyla telaşla taptığın
kimse için kıyam etmiyorsun
önünden ya da ardından konuşmuyorsun

akla hayale sığmıyorsun, kim alsa
derlese toparlasa eni konu kainatlar kuruyor
kainatlar yıkıyorsun, hoşsun

günlerce düşünüp
kalkmamacasına yerinden
ne olacak bu milletin hali
hadi bi el atın kurtarıverelim
de demiyorsun

en çok bu yanını seviyorum ya senin
ne olursa olsun bekliyorsun
az zor görünce ben gibi küfür de etmiyorsun

binlerce yarattın milyonlarca öldürdün
farkındayım sen de duruldun
dönmesine bayıldığın dünyanın
tamamına bakıp da aklına şaşıyorsun

eminim ki bunca ihaneti sen yaratmadın
alemlerin cambazı insana sen de şaşırıyorsun
kulca duranları bilmem ama bence kuduranları


ha babam şiirle uslandırıp
aşkla adam ediyorsun...


Önder Yılmaz (hayalayna)


http://www.edebiyatdefteri.com/siir/22718/

15 Haziran 2011 Çarşamba

Ah ne güzel ne güzel seni sevmek!

Güfte ve bestesi Gündoğdu Duran'a ait olan ve Türk Sanat Müziğimizin müstesna şarkıları arasında yer alan; "GÖZLERİ AŞKA GÜLEN" adlı nihavent şarkının, bir zamanların Türkiye Pop'unun ünlü seslerinden biri olan İspanyol asıllı "Juanito" tarafından 1960'lı yılların sonunda seslendirilmiş versiyonu, "Öyle bir geçer zaman ki..." adlı televizyon dizisindeki "Soner ve Aylin"in birlikte felekten bir gün çaldıkları sahneye eşlik edince, Türkiye bu güzel şarkıyı yeniden hatırladı ve yeniden sevdi. İşte o Juanito'nun sesinden "Ah ne güzel seni sevmek!"





Şarkının sözleri:


Gözleri Aşka Gülen


Gözleri aşka gülen taze söğüt dalısın
Gel bana her gece sen gönlüme dolmalısın
Tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel
Ah ne güzel ne güzel seni sevmek
Ah ne güzel ne güzel


Sensiz elem bana yar
Doğ benim ömrüme doğ da güneş gibi
Aşkımı tazele gel
Tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel
Ah ne güzel ne güzel seni sevmek
Ah ne güzel ne güzel


Bekleme sonbaharı bir acı rüzgar eser
Gel bana her gece sen saçların bağrıma ser
Tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel
Ah ne güzel ne güzel seni sevmek
Ah ne güzel ne güzel


Sensiz elem bana yar
Doğ benim ömrüme doğ da güneş gibi
Aşkımı tazele gel
Tatlı gülüş pek yaraşır gözleri ömre bedel
Ah ne güzel ne güzel seni sevmek
Ah ne güzel ne güzel



22 Mayıs 2011 Pazar

Bésame Mucho

"Bésame Mucho", yani: "Beni daha çok öp..."


Bu romantik parçayı henüz duymamış olan, ya da dinleyip de hoşlanmamış olan var mıdır, bilmiyorum. Romantik klasikler arasında hak ettiği yeri çoktan almış bu güzel eserin sahibi ise Meksikalı bir müzik dehası olarak kabul edilen Consuelo Velázquez ve bu parçayı, 1940 yılında, daha henüz on altı yaşına basmadan hemen önce yazmış... İkinci Dünya Savaşı'na giden ve bir çoğu geri dönmeyecek olan askerlere adanmış olan bu romantik şarkıyı gelin o zamanın havasına uygun bir sesle, Dean Martin'in sesiyle, bir daha hatırlayalım:



Şarkının orijinal sözleri ise şöyle:


Besame, besame mucho
Como si fuera esta noche la ultima vez
Besame, besame mucho
Que tengo miedo perderte, perderte despues


Quiero mirarme en tus ojos
Tenerte muy cerca, verte junto a mi
Piensa que tal vez mañana
Yo ya estare lejos,
Muy lejos de aqui.


Besame, besame mucho
Como si fuera esta noche la ultima vez.
Besame, besame mucho,
Que tengo miedo perderte, perderte despues


Yani:


Beni daha çok öp
Bu gece sanki son gecemizmiş gibi
Beni daha çok öp
Çünkü seni kaybetmek korkusu var içimde, seni tekrar kaybetmek


Bana çok yakın dur
Gözlerimde gözlerimi görecek kadar
Senin çok yakınımda olduğunu hissedeyim
Düşünüyorum ki yarın
Senden uzakta olacağım, çok uzaklarda


Beni, daha çok öp
Bu gece sanki son gecemizmiş gibi
Beni, daha çok öp
Çünkü seni kaybetmek korkusu var içimde, seni tekrar kaybetmek


* * *


Son bir Not: Bu şarkının 1911 yılında aslında bir "aria" için bestelendiği, melodisinin aynı ama sözlerinin daha farklı olduğu, bestesini ve güftesini yazan kişinin Meksika sahillerine gizlice yanaşan bir Alman denizaltısı tarafından açılan ateş sonucu ölmesi üzerine Consuelo Velázquez'in bu şarkının sözlerini değiştirerek, ona günümüze kadar gelen şeklini verdiği de söylenir...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Kelimelerin Gücü...

Duygu ve düşüncelerimizi, çoğu zaman da kendimizi ifade etmekte kaçınılmaz olarak anadilimize sarılacağımız muhakkak olsa da, o anki ruh halimizi en doğru tanımlayan kelimeleri seçebilmek, "doğru anlaşılmak" bakımından önemlidir. "Beni bir tek sen anladın ama sen de yanlış anladın!.." repliği ile "veciz"(!) bir şekilde ifade edilen bu durumun suçlusu; "yanlış ya da durumu ifadede yetersiz kalan" kelimeler değil, onu bu şekilde rastgele kullanandır. Kelimeler, doğru şekilde kullanılırsa, muhatabında çok güçlü etkiler yaratır. Tıpkı aşağıdaki videoda olduğu gibi...



"Görmüyorum, yarım edin" yerine; "bugün çok güzel bir gün ve ben onu göremiyorum..." demek arasındaki fark gibi...

8 Mayıs 2011 Pazar

Biz Kimiz?..

Bugün, internette öylesine gezinirken (iyi ki de...) denk geldiğim "Geçmiş Zaman Manyağı" adlı blogda, "Biz..." başlıklı, çok hoş bir şiir okudum. Öyle görünüyor ki, bu blogun sahibi olan sayın Hakan Kürklü ve şiirin yazarı  Yalçın Ergir beylerle biz aynı devrin adamlarıyız. Bir zamanların bayağı bir "salgın" haline gelen "Laklak"ını ve daha bir çok şeyle beraber "Radyo Tiyatrosu"nu da bize hatırlatan (ki, bu programdan aklımda kalan bir isim var, o da; Ertuğrul İmer. Radyo Tiyatrosu başlarken, hangi karakteri kimin seslendirdiği anons edilir ve en sonunda da; "Efekt: Ertuğrul İmer" denirdi. Ki, ben de en çok onu merak eder ve içimden; "en azından bir bakan kadar önemli bir adam olmalı!.." diye geçirirdim...) bu değerli arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi iletelim ve o günlerin anısına yan tarafa resmini koyduğumuz Ekrem Bora abimizin fotoğrafı eşliğinde şimdi o şiiri okumaya geçelim:


Biz...


Biz aynı torpilli kuşağın çocuklarıyız.
Biz ilk aya gidenleriz;
unutulmaz şarkıları çıktığı anda dinleyen,
yandaki mahalleyi boş arsada 7-1 yenenleriz.
Biz tiyatroyu radyoda dinleyenleriz.
Televizyonu komşuda izleyen,
perdedeki yıldızları,
yıldızların altında seyredenleriz.
Laklakla bilekleri,
aşıyla kolu şisenleriz.
Tren camından sarkan,
bir fincan kahveyle mutlu olan,
bomboş güney sahillerine
cep delik, cepken delik gidenleriz.
Biz bayramlarda el öpen,
bir blucinle dünyaları fethedenleriz.
Olimpiyat'ı da, Dünya Kupası’nı da,
Eurovizyon’u da en iyi bilenleriz.
Asya’yı Avrupa’yla birleştiren,
yerli malı tercih edenleriz.
Biz sevenler, sevilenleriz;
andımızı ezbere bilen,
ülkemizi canımızdan önde görenleriz
ve yeniden dünyaya gelsek,
yine aynı yıllarda doğmak isteyenleriz...


"düş hekimi" Yalçın Ergir




http://gecmiszamanmanyagi.blogspot.com/

30 Nisan 2011 Cumartesi

Nefesinden Öptüğüm Kadın


Nefesinden Öptüğüm Kadın

Ölü bir balığın küflü soluğundan tuttum
Kıyılarına hasret düğümlediğim denizlerin
Mavisine küs martılarına
Bu defa hüznümü bölüp fırlattım...

Zaman akrebin kuyruğunda zehirken
Fikrime damla damla sabrını damıtırken
Kendime tanıdık bir gölge seçtim
Ağız dolusu küfürler ettim geceye
Hiçbiri söndürmedi dilimin ateşini
Senin ismin kadar...

Sol cebimde yeni çekilmiş Tanrı resimleri
Ve boğazımda düğümlü, söylenmemiş kadın isimleri...


Bir kalın yağmur geceyi tane tane indirir şehre
Hani yağmur yağmaz da
Sanki gökyüzü denizi kırbaçlar...
Birazdan gün doğar bu yetim kente

Ve duvarlarımda çiğnenmiş fakir aydınlıklar...

Örselenmiş dudakların ardına sığınan zikir
Küstah bir duanın avuçlarına tutunan kibir
Hayalin şimdi masum...
Taze mezarına sığmayan bir bebek kadar


Ve sensiz söylenmeyen şarkılar...


/Ah o nefesinden öptüğüm kadın.../





Enes Safa

18 Nisan 2011 Pazartesi

Devil Woman

60'lı yılların; özellikle country tarzında yaptığı müziklerle ün yapmış ünlü şarkıcısı Marty Robbins'in, o yıllarda oldukça sükse yapmış ve ilerleyen yıllarda da unutulmaz şarkılar arasında kendine yer bulmuş "Devil Woman" adlı parçasının oldukça düzgün bir kaydını burada paylaşıyorum.


Şarkının sözleri ise şöyle:

DEVIL WOMAN
(written and performed by Marty Robbins)
from thefrom the 1962 Columbia LP DEVIL WOMAN, CL 1918

I told Mary about us
Told her about a great sin
Mary cried and forgave me
And Mary took me back again 

Said if I wanted my freedom
I could be free evermore
But I don't want to be
And I don't want to see 

Mary cry anymore


Oh devil woman
Devil woman let go of me
Devil woman let me be
And leave me alone
I want to go home



Mary is waitin' and weepin'
Down in our shack by the sea
Even after I've hurt her
Mary's still in love with me
Devil woman it's over
Trap no more by your charm
'Cause I don't want to stay
I want to get away
Woman let go of my arm



Oh devil woman
Devil woman let go of me
Devil woman let me be
And leave me alone
I want to go home



Devil woman, you're evil
Like the dark coral reef
Like the winds that bring high tide
You bring sorrow and grief
Made me ashamed to face Mary
Barely had the strength to tell
Skies are not so black
Mary took me back
Mary has broken your spell



Oh devil woman
Devil woman let go of me
Devil woman let me be
And leave me alone
I want to go home



Running along by the seashore
Running as fast as I can
Even the seagulls are happy
Glad I'm coming home again
Never again will I ever
Cause another tear to fall
Down the beach I see
What belongs to me
The one I want most of all



Oh devil woman
Devil woman don't follow me
Devil woman let me be
And leave me alone
I'm going back home




http://www.martyrobbins.net/lydevilw.htm

20 Mart 2011 Pazar

Yaşadım mı, öldüm mü?..

Yıl 1974-75'ler... Lise günlerimiz. Büyümüşüz bir hayli, artık kimse çocuk gözü ile bakamaz diyoruz bize... Çünkü, ümitlerimiz, hayallerimiz ve en mühimi de bir sevdamız var artık. Üstelik, sevildiğinden bile habersiz bir sevgiliye!.. Şaşkınız... Ne kadar belli etmesek de korkuyoruz! Onunla göz göze gelmekten bile korkuyoruz!.. Onu kaybetmek korkusu, ona kavuşmak sevincine hep ağır basıyor nedense?!.. Platonik bir mesele, pratik olarak çözülemeyecek kadar yüce bir meseledir diye düşünüyoruz belki de o zamanlar... Biz böyle karmaşık düşünceler içinde yuvarlanıp dururken bir de bakıyoruz ki, iki bilinmeyenli zannettiğimiz bu denkleme, meğer en yakın, en can arkadaşımız üçüncü bilinmeyen olarak dahil oluvermiş çoktan... 


Neyse yahu, ifade yetersizliğimiz nedeni ile mesele giderek arabesk bir hâl almadan burada keselim. Maksadımız Zafer Dilek dinlemekti esasen, nerelere gittik birden bire böyle... 


Demem o ki, biz o zamanlar okul kantininde çay içer, simit yer, lak lak ederken, kantin radyosunda TRT'nin Kıbrıs'a çıkarma yapan askerlerimiz için düzenlediği bir "istek" programı çalardı. Askerin adı ile beraber, o şarkıyı kimler için istedi ise onların adı da okunur, aralarda da Zafer Dilek, Yaşar Doğulu gibi sanatçıların ara müzikleri yayınlanırdı. Ben de, asıl o istek parçalarından ziyade bu müzikleri severdim ve bu, aralarda çalan kısacık müzikler beni tam anlamıyla yüreğimden vurur, perişanlığıma bin perişanlık katar, ağlamaklı ederdi. İşte o gün, bu gündür ne zaman bu şarkıları duysam yine aynı duyguları yeniden yaşar, alır başımı giderim o yitik yıllarıma... 

3 Mart 2011 Perşembe

Bu Nasıl Dünya Böyle?!..



                    Ne günlermiş o günler, unutamam ben seni
                    Yıllar geçse üstünden, gittiğin günden beri
                    Hasretin umman oldu, içtikçe susuyorum
                    Bu nasıl dünya böyle, bak sensiz ölüyorum...

                    Sensiz geçen yılların acısı hep içimde
                    İçin için ağlarım, aldırmaz görünsem de,
                    Hasretin umman oldu, içtikçe susuyorum
                    Bu nasıl dünya böyle, bak sensiz ölüyorum...


                  
                    3 Mart 2011 / Osmaniye 

Bekle Kıyısında Beni Cennetin...

24 Şubat 2011 Perşembe

Türk Sanat Müziğinin Unutulmaz İsmi: Yusuf Nalkesen

Dün olduğu gibi bugün de, eksilmeyen bir aşkla dinlenen, yarınlarda da yine aynı şevk ve heyecanla çalıp söyleneceğine şüphe olmayan o muhteşem şarkılara imza atan unutulmaz bestekâr ve güftekâr Yusuf Nalkesen'in adını duymamış olmak çok zor olsa da, az biraz Türk Sanat Müziği'ne ilgi duyup da, insanın içine işleyen o şarkılarını duymayan, onları dinlerken yüksek bir aşk duygusuyla ayakları yerden kesilmeyen bir insan, zannımca yoktur.

Merhum Yusuf Nalkesen'in bir özelliği de, ilk bestelediği eser, Muhayyer Kürdî makamındaki, Orhan Seyfi Orhon'un ünlü şiiri; "VEDA BUSESİ" (Hani o bırakıp giderken seni...) olmasına karşılık, ekseri kendi yazdığı güfteleri bestelemiş olmasıdır. Hem beste, hem de güfte olarak, hepsi de birbirinden muhteşem olan şarkıları ise şunlardır:

Yusuf Nalkesen Repertuarı
<><>
 Bilir misin a sevdiğim nedir benim tek dileğimYusuf NalkesenAcem Kürdı
 Yüklüyüm dertlerden yanaFuat Edip BaksıBayati
 Gül yüzün ipek saçın acep şimdi ne haldedirYusuf NalkesenEvcara
 Albümlerden çıkarttığım _Hicaz
 Aramak şimdi mi aklına geldi Yusuf Nalkesen *(S.Vural)Hicaz
 Aylar değil ömrümce hiç "gel" demese de sesin Yusuf NalkesenHicaz
 Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde Yusuf NalkesenHicaz
 Bir inat yüzünden sen dargınlık icad ettinYusuf NalkesenHicaz
 Bülbülün çilesi yanmakmış güle Yusuf NalkesenHicaz
 Çatılmış kaşlarınla kime düşman gibisin Yusuf NalkesenHicaz
 Çözemedim gönlümü gözlerindenHalit ÇelikoğluHicaz
 Elim sustu telim sustu dil sustuYusuf NalkesenHicaz
 Garipleşir geceler sevenlerin gönlündeVeli BakırlıHicaz
 GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI ZOR (Sormamışsın hiç..)Yusuf NalkesenHicaz
 Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz Yusuf NalkesenHicaz
 İçimden bir ses diyor dönecektir o geriYusuf NalkesenHicaz
 Kapat şu telefonu ağlamam duyulmasınYusuf NalkesenHicaz
 Kapılmışız cümlece hayat denilen seleYusuf NalkesenHicaz
 Karşıyaka körfezin şen diyarı (KARŞIYAKA)Yusuf NalkesenHicaz
 Kopmuş gibi aramızdan en eski bağ bile bak _Hicaz
 Mektup aldım anam hasta yatarmış_Hicaz
 Ne arzu ediyor ne istiyorduk (KARLI BİR KIŞ GÜNÜ)Yusuf NalkesenHicaz
 Neden yazdın bu mektubuYusuf NalkesenHicaz
 Petek petek varken balınYusuf NalkesenHicaz
 Seninle bir sonbahar mevsimiydi tanıştıkYusuf NalkesenHicaz
 Sormamışsın hiç kimseden pek üzgünmüşsün giderkenYusuf NalkesenHicaz
 Şu hüzünlü mahzun yorgun gönlümü gel titretmeYusuf NalkesenHicaz
 Unutamadım seniYusuf NalkesenHicaz
 Yalan değil pek kolay olmayacakYusuf NalkesenHicaz
 Yalanmış yeminlerin git işveni ellere sunYusuf NalkesenHicaz
 Sen gideli kaç bahar oldu bak vefasız yarYusuf NalkesenHicazkar
 AH ŞU GÖNLÜMÜZ (Neş'elerle dolmak ister)Yusuf NalkesenHüzzam
 Aksa da yaşlarımız çağlar mı susmuş pınarYusuf NalkesenHüzzam
 BENİM KADAR SUÇLUSUN BUNDA SENDE (Olanlar oldu..)Yusuf NalkesenHüzzam
 Bu tesadüf benim için dünyalara değerYusuf NalkesenHüzzam
 Dargın ayrılmayalım diye koştum sana dünYusuf NalkesenHüzzam
 Gönlümüzü biliyorlarVeli BakırlıHüzzam
 Hadi ben öfkemi yenemedim de Yusuf NalkesenHüzzam
 İçimde kim vardır bir bilebilsenYusuf NalkesenHüzzam
 İÇİMDESİN (Neden kaçtın uzaklara) Yusuf NalkesenHüzzam
 Kalbimdeki ateşi rüzgar olup savurma (GİZLİ KALSIN GÜNAHIM)Mustafa SevilenHüzzam
 Madem küstün dargındın neden geldin ağladınYusuf NalkesenHüzzam
 Ne yeminler ederdin...(VEFaSIZMIŞSIN MEĞER)Yusuf NalkesenHüzzam
 Neden kaçtın uzaklara (İÇİMDESİN)Yusuf NalkesenHüzzam
 Neş'elerle dolmak ister sevgiliyle olmak ister (AH ŞU GÖNLÜMÜZ)Yusuf NalkesenHüzzam
 Olanlar oldu geçti artık sen ne dersen de (BENİM KADAR SUÇLUSUN)Yusuf NalkesenHüzzam
 Rüya gibi uçup giden düşler gibi tezce bitenYusuf NalkesenHüzzam
 Sus sorma hiç ne haldeyimYusuf NalkesenHüzzam
 Tutundum ışıksız karanlıklara Halit ÇelikoğluHüzzam
 Yitirmişim ben gülümü uçurmuşum bülbülümüYusuf NalkesenHüzzam
 Alnımda çizgiler saçım doldu akYusuf NalkesenKarcığar
 Bilirim sözün söz değişmemiştirYusuf NalkesenKarcığar
 Bir uzun rüyadır hayat dediğinYusuf NalkesenKarcığar
 Canan diye bin ah ile feryad etme gönülYusuf NalkesenKarcığar
 Gülüşün de güzel ağlayışın da (BALLAR GİBİSİN)Yusuf NalkesenKarcığar
 Kaçsan da sen uzaklara olsan bile ellerinYusuf NalkesenKarcığar
 Kapılma sakın sen gönül selineYusuf NalkesenKarcığar
 Yalanmış gözyaşın da ettiğin yemin deYusuf NalkesenKarcığar
 Anlattı erenler bir bahar değil Faruk Nafiz ÇamlıbelKürdı
 Kalmadı sana meylim dargın bile değilim_Kürdı
 Artık benim bu şehirde son günler son demimdirYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Avuçlarımda hala sıcaklığın var inanYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 AYRILSAK DA BERABERİZ (Ne o bensiz edebilir..)Yusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Bir gün bana dönecek bil ki yalvaracaksınYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Düşmeden saçlarına ak_Kürdıli Hicazkar
 Hani nerde dünümüz tükeniyor ömrümüzYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Ne o bensiz edebilir ne temelli gidebilir (AYRILSAK DA BERABERİZ)Yusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 O sebepsiz terk edişten bahs etme hiç dileme afYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Saymadım kaç yıl oldu sen ellerin olalı(Bilmem yüzün güldü mü)Yusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Sen bahar kadar güzel (SEN BAHTIMI SULAYAN)Yahya BenekayKürdıli Hicazkar
 Söyle naz mı bu kaş çatış benden uzaklara kaçışYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Uyup da eller sözüne şüphelere dalıyorsunYusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Yüzüne bakmasam da başımı çevirmesem de Yusuf NalkesenKürdıli Hicazkar
 Gurubunun renkleri gömülürken sularaYusuf NalkesenMahur
 Bir gün acı bir rüzgar esiverecek birdenYusuf NalkesenMuhayyer Kürdı
 Elveda_Muhayyer Kürdı
 Hani o bırakıp giderken seni o öksüz tavrını takmayacaktın(VEDA BuSESİ)Orhan Seyfi OrhonMuhayyer Kürdı
 Kapın her çalındıkca "O mudur"diyeceksinYusuf NalkesenMuhayyer Kürdı
 VEDA BUSESİ (Hani o bırakıp giderken seni..)Orhan Seyfi OrhonMuhayyer Kürdı
 Arkamdan tas tas su dökmeyi bırakYusuf NalkesenNihavend
 Bana sensiz her şey el (HASRETİM SANA)Yusuf NalkesenNihavend
 Bekledim gelmiyorsun gönlünde hüzün mü varUğur GürNihavend
 Bir bilsen şu gönlümün senden tek dileği neYusuf NalkesenNihavend
 Bu senin bana ilk yalanın değil Yusuf NalkesenNihavend
 Diller döküp peşimden dolaşma beyhude senYusuf NalkesenNihavend
 Göze mi geldik yoksa yazımız mı böyleymişYusuf NalkesenNihavend
 İnan ki kimse bana senin gibi bakmadıYusuf NalkesenNihavend
 Kaderimde sen varsın sana gönül bağladımUğur GürNihavend
 Maksadım birazcık yine naz yapmaktıYusuf NalkesenNihavend
 Neler geçer gönlümüzdenYusuf NalkesenNihavend
 O gelişin var ya beni yıllar önceye götürdüYusuf NalkesenNihavend
 Ömrümün mutlu geçen günleri hep sayılıYusuf NalkesenNihavend
 Sen caydın sen durmadın hiç ettiğin yeminlerindeYusuf NalkesenNihavend
 Tuttum yıllar yılı hep ayrılığın yasınıYusuf NalkesenNihavend
 Yine maziye dönüp hasrete aşk katarak Uğur GürNihavend
 Hep güzel peşinden koşarsın gönül_Nikrız
 Sen körfezin incisisin İzmir'im (CANIM İZMİR)Yusuf NalkesenNikrız
 Hasret içimde bir korYusuf NalkesenRast
 Kimi dertten içermiş kimi neş'eden Yusuf NalkesenRast
 Yoruldu gözler artık sevdiğini demektenYusuf NalkesenRast
 Sen besledin sen büyüttünYusuf NalkesenSegah
 Bahtım gibi bak gözlerinin rengide esmerFuat Edip BaksıUşşak
 Bir ayrılık rüzgarı esti o akşamUğur GürUşşak
 Bir güneş doğuyor yüzün gülünce Halit ÇelikoğluUşşak
 GÖZLERİN DOĞUYOR GECELERİME (Ne mektup geliyor..)Halit ÇelikoğluUşşak
 Ne mektup geliyor ne haber senden (NE MEKTUP GELİYOR..)Halit ÇelikoğluUşşak
 Mevsim güzel mehtab güzel mey güzelYusuf NalkesenYegah


(Tablo: http://www.musikiklavuzu.net/?/blog/bestekarlar/yusuf-nalkesen)


Şimdi gelin, kendisini kendi dilinden dinleyelim: 


Yusuf Nalkesen’in kalemiyle Yusuf Nalkesen



Yusuf Nalkesen’in kalemiyle Yusuf Nalkesen (21 Ekim 1990 Pazar günü kalem alınmıştır.)




Hicaz makamındaki bir kasidemin ilk dörtlüğünde;


Ne diledik, ne istedik,
Bu aleme nasıl geldik?
Tertemizken bin günahla
Cümlemiz burada kirlendik!


İfademden de anlaşılacağı gibi hiç birimiz bu hayata kendi istek ve arzumuzla gelmiş değiliz!


Ben de, annem Hayriye hanımla, babam Mehmet efendinin evladı olarak çok karlı ve soğuk bir yılbaşı iptidasında gözlerimi bu hayata açmışım.

Doğum yerim (Yugoslavya) İştip Kasabası, doğum yılım (sonradan Türkiye’ye gelmemiz esnasında alınan nüfus kayıtlarına göre) 1339 Hicri, 1923 Rumi yılı olarak geçirilmiş.

Üç kız, üç erkek kardeşlerimin en küçüğü ve sonuncusu olarak ben dünyaya geldiğimde Yugoslavlar, cümle Hıristiyan alemi yılbaşı-noel-şenlikleri içindeymişler. Galiba 15-20 günlük bebekten boğmaca hastalığına yakalanmışım. Bu günün tıbbi imkanlarından yoksun olan o zamanın insanları, her şeyi kadere bırakmaktan başka sığınakları olmadığından ömürlerini tesadüflere terk etmek zorundan başka bir çareye sahip değillermiş.

Büyük ablam beni kucağına alıp komşumuz olan bir Sırplı ebeye götürmüş. Kadıncağız beni muayene ettikten sonra bir usturanın keskin ucuyla sırtıma çizgiler çizerek kanatmış! Bu olay cereyan ederken benim boynum Sırplı ebenin avucuna düşüverince ablam beni öldü sanarak feryada başlıyor! Benim o halim salaha alamet imiş, derin bir uykuya dalmışım, sağlam olarak sağlığıma kavuşmuşum.

Annem Hayriye hanım, kolağası (Baytar) Recep efendinin kızı; babam askerliğini Baytar çavuşu olarak, dedem Recep efendinin yanında yaparken binbaşının (o zaman yüzbaşı imiş) evine gider gelirken annemi görmüş ve aşık olmuş! Askerden terhiste annemi alarak İştip’e kaçırmış. Bu yuvada böyle bir macera sonucu kurulmuş.

Babam, dedem, dedemin babası nalbantlık mesleğiyle yaşamını idame ettiriyorlarmış. Ailemizde nalbantlık mesleğini seçmeyen tek evlat ben olmuş oluyorum. İştip’te mali ve maddi durumumuz çok iyi olmasına rağmen, yetişkin üç ablam ve imparatorluğun parçalanmasıyla kurulan Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan Devletlerinin Türk’lere olan maddi, manevi baskıları sonucu Atatürk’ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti Devletine duyulan cazibe bizi (göçe izin verilmediğinden) misafir olarak Türkiye’ye İzmir’e göç ettirmiş. Ben kundakta denecek kadar küçük yaşta ailece İzmir’e gelip, bu günkü Kadifekale’nin İzmir’e bakan eteklerinde Tamaşalık denen semtinde kiraladığımız bir evde İzmirli olarak yaşamaya başlıyoruz.

Bir süre sonra babamın, ağabeyimin aile mesleği olan nalbantlığın geçerli olabileceği İzmir’e en yakın olan Turgutlu’ya göçmüşüz. Üç ablam İzmir’de kurdukları yuvalarında kalırken bizi Turgutlu’lu (o zaman ki adı Kasaba’lı) olduk. Menteşbaba (Bozkurt) mahallesi, küçük hamam sokağı no: 3’teki büyük, meyve bahçeli evi satın aldık. Babam bir dükkan kiralayarak nalbantlığa başlıyor ve Allah da hepimizin rızıklarını bol bol eriyor. Yoksulluk, maddi sıkıntı sona eriyor. Bağ, bahçe sahibi oluyoruz.

Benim ilk musiki hocalarım Annemin kanunu, babamın bağlaması ile duvar bahçe komşumuz gazozcuların Hayriye hanım teyzelerde çalınan borulu gramofondaki 33’lük büyük taş plakları oluyor. Bir de, bu gün bile kulaklarımda yankılanan üç beş ev ötelerden, yaz gecelerindeki sihirli karanlıklarda çınlayan hazin bir kavalın beni büyüleyen o yakıcı sesi!..

Sonra sık sık gelmesini özlediğim, gözlediğim yanık sesli, beyitler okuyarak nane şekeri satan, koyu esmer tenli o nane şekercinin kulaklarımı esir eden yakıcı sesi!..

İlkokula gelinceye kadar yıllarım bu sisli perdeler arasından bana böyle bakıp durdular. Okul çağının geldiğini anlayan babam beni Cumhuriyet İlkokuluna yazdırdı. Bu okul arkadaşlarım arasında evlerinde radyo olan bir tek kişi vardı. Sanayi odası Başkanının oğlu Şevki! Müzik hocalarım arasına, bu yıllarda Halkevi Bandosu da katıldı. Belirli gün ve maç öncelerinde şehir parkı içinde verilen konserlerin en öndeki dinleyicileri arasında küçük Yusuf vardır hep. Daha sonra buna, Halkevine alınan Radyonun müzik yayınlarıyla, yazın açık hava sinemalarında oynatılan arap kökenli müzikal filmlerin müzikleri; Abdülvahap, Ümmü Gülsüm vs. ile Türk Filmlerinin Türk müziği ürünleri de eklenmeye başladı. Turgutlu’da musiki ile uğraşan fotoğrafçı Ahmet Hamdi Bey diye bir zat vardı. Bizim çocuk yaşımız ona gitmeye, ondan yararlanmaya, o günün ve çevrenin şartlarına göre imkan veremiyordu. Musiki yapılan yerlerin, binaların dış duvar diplerine çömelerek, dışarıya sızabilen sesleri duyabilmek için gece bekçilerinden işittiğim azarların ölçüsünü ancak ben bilebilirim. İlkokuldayken öğretmenlerim bana şarkılar söyletirlerdi. Benim gözüm, kulağımsa hep güzel sesleri dinlemekteydi.

Sanıyorum 1935-1936 yıllarında Ankara Radyosu yayına başlayınca (gündüzleri olmak kaydıyla) Limoncu kahvesi işletmecisinin en devamlı müşterisi ben idim. Yaşım küçük olduğu için kahveye gitmek yasaktı. Zaten büyüklerin oturduğu bu kahvelerin değil oturmak, yanından bile geçmek ayıptı. Gelenek yasağı gereği mümkün değildi.

Her türlü Türk müziği yayınlarından bilhassa Hakkı Derman ve Şerif İçli’nin yaptıkları her gün 17-18 arası birer saatlik meydan fasılları, Hamiyet, Müzeyyen, Safiye, Perihan, M. Nurettin, M. Çağlar gibi ses yıldızlarının sololarını hiç kaçırmaz, ezberlerdim onları.

İlkokulu bitirdiğim yıl (galiba 1936), Turgutlu’da bir haneyi (iki katlı, çok odalı bina) kiralayarak Ortaokul açıldı. Kayıt ücretini bin güçlükle temin ederek ortaokula kayıt oldum. İlk sene (ikmal sınavlarına giremediğim için) sınıfta kaldım. Kararım okumamak, çırak girmekti bir iş yerine!

Bunu duyan babam “ya ölürsün, yada okursun” diyince, okula öyle bir sarıldım ki; üç yılda hep iftihar. Kitaplarıma geçerek okul birinciliğini bırakmadım. Bu çalışkanlığım yüzünden, öğretmenler kurulunca, Balıkesir Necati Bey Erkek Muallim Mektebine, sınavsız seçilerek, Bakanlık emriyle öğrenci olarak parasız yatılı alındım. Üç yıllık öğretmen okulunda müzik derslerinde beş’ten fazla not alamazdım; veya vermezlerdi.

Bu yıllar içinde en iyi müzik öğretmenim okulumuzun radyosu idi. İstanbul Radyosu yayınları başlayınca Balıkesir’den zar, zor dinlenebiliyordu. Yat zili öncesi, bilhassa perşembe akşamları, İstanbul Radyosu’nda Müzeyyen Senar hanım neşriyatını dinleyebilmek için nöbetçi öğretmene yalvarır, yakarır baş muavinin odasındaki radyoyu fısıltı halinde açtırır ve M. Senar’ın şarkılarını, onun emsalsiz yorum ve telaffuzu ile mest olurdum. Kulaklarım hep böyle nefis insan ve saz sesleriyle dolup, dolup olurdu. Bu dinleyicilik dönemim 1951 yılına kadar tam tamına yirmisekiz yıl sürdü. Bu yıllar zarfında hep ama hep dinledim. Dinlediğim her sanat ürününü beyin denen Tanrı’nın kompütürüne silinmemek üzere kaydettim.

Öğretmen olunca ilk görev yerim Ağrı’nın Tutak ilçesi oldu. Sonra Yedek Subay okulu ve 23. Dönem Yedek Subay okulunu tamamlayıp İstanbul’a Kıt’aya gittim. Askerliğim süresince İstanbul’un Türk Musikisi yapılan gazinolarda geçti ömrümün tatil zamanları. Bu meyanda devrin ses ve saz üstatlarıyla teker teker tanışma imkanı buldum. Bilhassa Selahattin Pınar , Şerif İçli, Hakkı Derman, Kadri ve İsmail Şençalar kardeşler, Osman Nihat Akın gibi değerlerle saygı, hürmet ve hayranlığımın en yüksek tutkusuyla irtibatlı oldum. Ne kadar satılan nota varsa hepsini satın alıp doldurdum. Ne ses, ne saz için herhangi bir teşebbüsüm olmadı. Çünkü sesim var diyemezdim. Yaşım da ilerlemişti. Bu yaştan sonra bir saz çalmak imkan dışındaydı. Sadece bu işleri yapan hem de üstad derecesinde yapanlara aşk derecesinde saygım nedeniyle hep yanlarında ve yakınlarında oldum.

1947-48 yıllarında, elime tesadüfen bir eski ud geçti. Hiç kimseden ders almadan yığınla tel kopararak ud çalmaya çalıştım. Öyle zamanlar oldu ki, günlük çalışma sürem 8-10 saati buldu. En fazla saz eserleri çalışıyordum. Bir peşrev yada saz semaisi için aylarımı veriyordum. Adım, adım basamak, basamak fakat azimle, güvenle büyük bir tutku ve inatla yolumda ilerledikçe kendime güven geliyordu. Sessiz sedasız bu çalışmalarım 1951 yılına kadar evimizin en kuytu yerinde ve kimseleri tedirgin, rahatsız etmeyecek biçimde sürdü, gitti…

Demirci’de öğretmen idim. 1950 yılı 26 ağustosunda İzmir’de kayınvalidemin evinde geçiriyorduk yaz tatilimizi. O gün gazetelerin manşet başlıkları şöyleydi. Demirci Kasabası Yandı!..

Demirciye gittiğimde evimizin yerini bile bulamadım. Ne var, ne yok bütün ev eşyalarımız yanmış!

Bu yangın nedeniyle Manisa ili emrinden İzmir ili emrine naklimi istedim. 1951 yılında İzmir’e (Kemalpaşa Parsa okuluna) tayin oldum. Her günkü müzik çalışma sürem ve tempom artan bir hızla gelişerek ta İzmir merkezine alınmama kadar eksilmeden sürdü. Artık önüme, konan en zor saz eserlerini bile çalabiliyordum. .

1952 yılında İzmir Radyosu Saz Sanatçılığı sınavı açılmıştı. Girdim ve kazandım. Sabahları okula, öğlenden sonra da Radyoya gidiyordum. O zaman yayınlarının tümü canlı yayındı. Her gece 22.00-22:30 yayınıyla Radyo kapanırdı. 5 lira yevmiye ile bazı gün 5-6 yayına giriyor, çok ilkel şartlar içinde sağlığımızı kaybetme pahasına aşkla, şevkle sanat hizmeti veriyorduk. İzmir Radyosunun yayın alanı sadece İzmir Çevresini kapsadığı gibi Kore’den de dinlendiğini Kore’den Radyomuza gelen mektuplardan öğreniyorduk.

Bu dönem (1952-1973) dinleyicilikten çıkıp icracılığa geçiş dönemimdir. Tam yirmi üç yıllık ömrümü, Türk Musikilerinin her türdeki sanat değeri olan eserlerini icra etmekle geçirdim. Bu dönem (1945-1970) yılları, Türk Musikisinin yorumcular yönünden altın devri, hatta platin devridir diyebilirim. On binlerce eser çalınıp, hatta ezberledikten sonra korka, utana beste çalışmalarına başladım. Mesela merhum Orhan Seyfi Orhan’ın “Veda Busesi” isimli daha öğretmen okulundaki öğrencilikle bu yıllarımda defterime yazdığım nefis şiirimi besteledikten 8-10 yıl sonra; ben beste yaptım diye utana, çekine, ortaya çıkardım. Bir anda milyonların diline düşüverdi, bu bestem. Sırayla, “İçimdesin”, “Söylemez mi Bestem?” “Seninle Bir Sonbahar”, “Kimi Dertten İçermiş”, “Yalan Değil”, “Avuçlarımda Hala”, “Kapın Her Çaldıkça”, “Gitmek mi Zor?”, “Madem Küstün”, “Dargın Ayrılmayalım”, “O Ağacın Altı” v.s. bestelerim radyo ile plaklarda ,konserlerde en iyi yorumcular tarafından okunuyor, halkın beğenisine sunuluyor. Halkımız da bu ürünlerimi büyük beğeni ile dillerinden düşürmüyorlardı.

Öğretmenliğim sürerken radyodaki saz sanatçılığım da devam ediyor, bu nedenle yasak koyan kişi ve adamlarına tepki de bulamıyordum. Zira bir satır yazıyla işime son verebilirlerdi. Çoluk çocuğun rızkına mani olabilmeleri işten bile değildi, bu sanat çetesinin.

1970 nisanında öğretmenlikten emekli olunca sendikalar sanatçı stüdyosunda daha özgürce çalışma imkanı bulduğumda bu sanatçı çetesiyle açık bir savaşa girdim. Ürünlerimin milletime neden, hangi engeller yüzünden ulaşamadığını, kimlerin ve hangi sebeplerden engel olduklarını basın yoluyla yüce Türk milletine duyurmaya başlayınca arı yuvasına çomak sokmuş olduğumu fark ettim. 13 Ağustos 1973 Pazartesi günü yaz tatili radyoya dönüşümüzde “Hizmetinize ihtiyaç yoktur…” diye bir Ankara Müzik Dairesi Başkanlığı yazısıyla 23 yıllık ömrümü verdiğim çileli ve ilkel radyomuzdan ayrıldım. İş mahkemesine dava açtım ve T.R.T. tazminat ödemeye mahkum oldu. Maddi hak ve kıdem tazminatımı T.R.T.’den icra yoluyla tahsil ettim. Ne radyoya döndüm ne de içinde radyo var diye on yıl süreyle, radyo binası yıkılıp Karamanlar’a taşınıncaya kadar fuarın kapısından içeriye girmedim.

İşte bu ortamda ruh haletimi dile getirecek bir beste çalışması yaptım. Bu bestemin adı “Hele bir düşte gör” idi. Nesrin Sipahi TV’de okudu büyük yankılar yaptı. Sayın Vehbi Koç bana uzunca bir mektup yazarak bu bestemi çok beğendiğini ve aziz dostu Orgeneral Mustafa Muğlalı Paşa’nın hayatını dile getirdiğini, bu yüzden tebriklerini belirtiyordu.


Rast makamındaki bu beste, güftem şöyle başlıyordu.


Hele bir düşte gör, düşte gör bir an.
Bulunmaz inan ki, hal hatır soran!..
Sen düşmanlarından görmediğini,
Görürsün en canın, en yakınından!..


Kader bu, söyleyin, ne gelir elden?
Düşenin dostu olmazmış, ezelden!


Hep dost, dost diyerek o yandıkların
Aramaz olurlar, inandıkların;
Kara günlerinde yüz çevirirler,
Canın içinde can saydıkların.


Kader bu, söyleyin, ne gelir elden?
Düşenin dostu olmazmış, ezelden!


İyi gün dostları hep tümen, tümen.
Hele düş tekini bulamazsın sen!..
Allah’ım verdiğin, şu aziz canı,
Alıver kimseye muhtaç etmeden.


Kader bu söyleyin ne gelir elden?
Düşenin dostu olmazmış ezelden!..


1973’de ayrıldığım radyonun kapısına yıllarca uğramadım. Bu yıllarda arebesk denen müzik türü ve ürünleri toplumu sarıverdi. Bunda en büyük günah kanaatimce T.R.T. kurumudur. Nedeni halkın müzik sevgi ve zevkine uygun eserlere, eser verenlere uygulanan işlemlerin gerçekte hasede çekemezliğe, kıskançlığa dayanan tutum kurul üyelerinin davranışları neticesinde doğmuştur. Türk Sanat Müziği için de, Halk Müziği için de geçerlidir bu inancım.

Plak ve kaset üreticileri de arebesk ürünlere yönelince bizim ürünlerimiz halka intikali hemen hemen hiçe indi.

Ben bu döneme ait duygu ve yaşantılarımı yazılarımdan ziyade bestelerimle anlatmaya çalışacağım.

Her güfte ve bestemin yorumunu dinleyenlere bırakıyorum.


Hüzzam bir eser;


Bir lokma, bir hırka ile yetindim
Ne gökte, dolaştım, ne yere indim;
Her neyi sevdimse gönülden sevdim.
Bir ömür yitirdim, güldüm diyemem,
Hayatın zevkini sürdüm diyemem.


Gönül zenginliğim para etmedi,
İçimde heyecan sevgi bitmedi,
Çok şükür itibar elden gitmedi!..
Bir ömür yitirdim, güldüm diyemem,
Hayatın zevkini sürdüm diyemem.


Beste-Güfte: Yusuf NALKESEN


Bu dizelerle neler, neler anlattığımın takdirini, saygıdeğer sevenlerimin yorumuna bırakırken, zaman içinde gördüğüm arkadan vurmalar, kalleşlikler, gayri samimiyetsizlikler, çok yüzlülükler yüzünden duyduğum acıları aşağıdaki hicaz bestemde şöyle dile getirmişim.


DEVRANA SİTEM


-1-
Olmadı ömrümce yüksekte gözüm,
Dolmadı hasetle, fesatla özüm.
Gülmedi gitti hiç, gülmedi yüzüm,
Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,
Dost bilip düşmana sarılmışım ben!..


-2-
Ne yolum şaşırıp şeytana uydum,
Ne sağı taşladım, ne solu vurdum.
Hamd ile şükürle avundum durdum.
Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,
Dost sanıp düşmana sarılmışım ben!


-3-
Dost bilme her yüze güleni tanı,
Namertler sarmış hep, sarmış her yanı,
Arkadan vurur en canı insanı,
Devrana küsmüşüm, darılmışım ben,
Dost sanıp, düşmana sarılmışım ben!


Bu beste, güftemi Mediha Şen plaklara okumuştur.


Seveni milyonlar, kıskananı da boş bir ortamda şer ile uğraşmaktan beni alıkoyan, men eden bir gücün, kudretin emirlerine uyarak kabuğuma çekildim. Sadece Allah’ıma sığındım. Yıllarımın bir bölümü de böyle bitti.


Bu duygular içinde;


“Çektim el eteğimi, tüm nimetlerden,
Kaçmaya çalıştım musibetlerden,
En büyük silleyi, darbeyi yedim,
Yüzüme dost gibi görünenlerden,
Dünya bu insanı güler, ağlatır…
Bir düşmez, bir kalkmaz yüce Allah’tır!..” dedim dizelerimde.


Sonra soğuk bir şubat günü öğleden sonra tek başıma olduğum yuvamda daldığım tatlı bir uykudan beni uyandıran bir güç, sanki bana eline kalemi al ve yaz dedi. Ben de kalemi aldım yazdım. Her şeyi, herkesi affet diyordu o güç bana.


-1-
Gönlümü kıran da, yaralayan da,
Yılda birkaç satır karalayan da,
Kapımı çalan da, aralayan da,
Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,
Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..


-2-
Sevgisi hasede bürünenlerin,
Yüzüme dost gibi görünenlerin,
Alçalıp yerlerde sürünenlerin,
Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,
Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..


-3-
Kuyumu kazanlar bundan bıkmadı,
Arkamdan vuranlar beni yıkmadı,
Sevenler bana hiç sahip çıkmadı,
Dost, düşman cümlesi sağolsun bir bir,
Ben Hak’ka sığındım, Allah Kerim’dir!..


Diyerek, bana yazdırılan bu mısraların bestesini de yaparak, kendimi sevenlere biraz daha açmış, açıklamış oldum sanıyorum.
Yine bu günlerin gerçekliliği içindeki karamsarlığımla şöyle demişim.


Yemedim zerrece ne haram ne hak,
Etmedim riyakarlara ittihak.
Olmadı kimsenin varında gözüm,
Yaşadım çok şükür alnım, yüzüm ak!


1985 yılı ortalarında Kültür Bakanlığı, Devlet Klasik Türk Musikisi Korosunu kurunca bana sahip çıkarak müzik uzmanlığı verdi. 5 yıldır bu müstesna ve nezih kuruluşta görevliyim. Bu vesile ile sevenler bana sahip çıkmış oldu. Biraz da kusurlarımı sıralamak istiyorum. Ömrüm boyunca güneşi üstüme doğdurmadım. Alkolle başım hiç hoş olmadı. Ne ağzıma aldım ne alanlarla gerçek manada dost oldum. Gece hayatım hiç olmadı. Mecburiyetler dışında gazinolara gittiğimi hatırlamıyorum! Yalan, riya, tabasbus (yaltaklanma) en tiksindiğim şeylerdir! Dedikodu ve gıybet nefretlerimin en büyüğünü doğurmuştur.

Her zaman hamdetmiş, şükretmişimdir. Kimsenin ne varında, ne yoğunda, ne yerinde, ne mevkiinde gözüm olmuştur.


“Ben hak yolunda bir kulum,
Çok gördüm, kullardan zulüm,
Dilemedim hasma ölüm,
Her ne varsa Hak’ta vardır
Sığındığım tek Allah’tır!..” demişimdir hep.


Ne arabam, yatım oldu,
Ne yazlığım katım oldu,
Hamd olsun yüce Rabbime,
Yüzüm ak hayatım oldu.


Böyle bir maddi olanaklar içinde geçirdim ömrümü.


Hasetlere hedef oldum,
Az mı arkamdan vuruldum!...
Nice ihanetler gördüm,
Her ne varsa Hak’ta vardır
Sığındığım tek Allah’tır!..


Huzuru, sükunu, iç ferahlığını ancak O’na gönülden inananlar duyabilirler. Ben hep öyle yaptım.


1948 yılı 10 ağustosunda Meliha Nalkesen’le kurduğum yuvamın ilk yavrusu İnci isimli kızımız odu. Sonra Süleyman Kimya Mühendisi oldu, Ebru Cumhuriyet Kız Meslek Lisesini bitirdi. On yıl kadar Tariş’te memuriyet yaptı. 1989 yılında devlet korosu ses sanatçılığı sınavlarını kazanarak Kültür Bakanlığı İzmir Devlet Klasik Türk Musikisi Korosu elemanı oldu. En küçük oğlum Selçuk Akşam Ticaret Lisesi son sınıfındayken askere giderek tahsilini tamamlayamadı. İnci Gümrük ve Tekel Bakanlığı İzmir Teşkilatı’nda gümrük kimyahanesi baş kimyageriyken 22 Şubat 1982 yılının Pazar akşamı saat 17:00 sıralarında Yüce Allah’ın melekleri arasına katılmak üzere bu alemden ayrıldı. Evimiz, yuvamız yanmış yıkılmıştı. Bir ateş düşmüştü ocağımıza. Yavrumu Karşıyaka Soğukkuyu kabristanına defnettik. Onun aziz ruhuna ithafen;


Elim sustu, telim sustu, dil sustu…
Tanrı bize ya darıldı, ya küstü?..
Bir ateşle öylesine yaktı ki?..
Bülbül sustu, güller sustu, dal sustu!..


Diyen hicaz bestemi yaptım. Birinci ölüm yılında, Dr. Alâeddin Yavaşça İzmir Kültür Sarayı’nda İnci’mizin aziz ruhuna ithafen yazıp bestelediğim Hicaz Kasidemi okudu.


“Takdiri ilahi dizi dizidir.
Her kula ayrı bir yazı yazılır.”

Mısralarını, Bülbül hoca olarak ün yapan İsmail Doruk hocaya televizyonda defalarca okutarak Müslüman kardeşlerimize armağan ettim. Bu büyük ve tarifsiz acımız Yaradan’ımıza sığınarak, ondan sabır ve metanet dileyerek huzuruna erişmeyi başarabildim. Artık yolum Yüce Allah yolu! Zikrim, fikrim hep var edenimiz oldu. O’nun nur’lu yolu, yuvamızdaki karanlığı aydınlığa tebdil eyledi. Hamd olsun Allah’ımıza!


Tasavvuf bana şifa oldu. Ben aracı oldum, ürünler doğdu. Beni kim bilir ne zamana kadar yaşatacak. Bu ürünlerim için Allah’ıma hamdediyor, şükrediyorum.


Öteye yolculuğum başlayabilir her an,
Tanrım, sana dönüşüm olsun en güzel yoldan!..
Dilerim eyle beni bağışladığın Kul’dan
Rabbim sana dönüşüm olsun en güzel yoldan!..


Diyor ve son vasiyetimi yazıyorum!


Arayanlar kolay bulsun!..
Bir Fatiha’cık okusun!..
Defin yerim Soğukkuyu,
Kızımın yanında osun!..


Kimseye kırgın, küskün değilim, her şeyi yüce Allah’ıma havale ediyorum!


Benim de içimde ateşler yandı.
Kimseye ne dedim, ne diyeceğim!..
En uzun uykumda tüm dertlerimi,
Konduğum toprağa söyleyeceğim!..


Yusuf  NALKESEN


21.10.1990 22:45 Pazar kendimi anlattım.


Benden, beni anlatmamı isteyerek bu satırların yazılmasına vesile olan Dost, Kardeş, Sevgili Uğur Gür Beyefendiye en kalbi şükranlarımı sunar alnından öperim.


Yusuf  NALKESEN




http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/304590.asp