Hadi mesela, bulabilirseniz bulun hiç aşık olmamış birini de anlatın bakalım ona aşkı!.. İmkansız iş, değil mi?
Mesele şu ki; okuduklarınıza, seyahatlerinize, duyduklarınıza, gördüklerinize dayanarak, mesela siyaset üzerine, ekonomi üzerine, ne bileyim, tarih üzerine kimi fikirler üretebilir, bunda başarılı da olabilirsiniz. Ama aşk öyle mi ya?!..
Aşk, aşık olduğumuz insanla paylaşmak için can attığımız bir sırrımız ise, içimizde bu "aşk hissi"ni uyandıran-ya da daha sorumuzu genişleterek soralım- "aşk"a dair içimizde daima hissedegeldiğimiz bu "açlığın" nedeni nedir?!.. Her konuda kendi kendimize yetebildiğimizle övünüp dururken, "aşk" söz konusu olduğunda neden başımız birden yere eğiliverir ki?.. Bedenimiz eksiksiz ama ruhumuz mu yarım yoksa?!.. "Bizden içre" olan başka bir "ben"imiz var ki, her halde biz ona yetemiyoruz!.. Öyle anlaşılıyor ki; o, kendi yoldaşını, kendi candaşını bulmadıkça öksüz ve yetim bir çocuk gibi içimizde hep ağlayıp duracak...
Bundan sonrasını bırakalım, göklerin ve denizlerin aydınlık maviliklerinden, ağaçların, çayırların, çiçeklerin envaî çeşit renklerinden durmadan rengârenk buketler yapıp yapıp sevdiğine sunar gibi şiirler yazan, renklerin, göklerin, aydınlığın şairi Mehmet Başaran'ın "Can Yoldaşı" isimli çok sevdiğim dizeleri söylesin!..
CAN YOLDAŞI
Sen sıcaklığı kanımın
Şu koskoca dünya üzerinde
Yoldaşı kimsesiz canımın
İşte gözgöze geldik bu akşam
İnandım aşılırmış Kaf dağları da
Kollarında bakir toprak lezzeti
Yanıyorsun, bir damla ter kadar güzel
Sarışın tarlaları mı kucaklamışım ben
Ne bu çiçek kokusu ekin kokusu
Deli bir rüzgâr geçiyor gönlümden
Yıldızlar ışıyor gözlerin gibi
Böyle konuştukça avucun sıcak sıcak
Karşımda ıslak dudaklar titrer
Başım üstünde yeni doğmuş ay
Altın tınazlar gibi savrulur içim
Mehmet Başaran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder