18 Ekim 2010 Pazartesi

"Nar Çiçeğim..."

Öyle şarkılar, öyle şiirler, öyle türküler var ki, bunların insan elinden, insan dilinden, insan gönlünden kopup gelmiş olduğuna inanmakta zorluk çekiyorsunuz. Çünkü, bunun insan-üstü bir deyiş, bir söyleyiş ve bir ifade olduğunu zaten size ruhunuz sessizce fısıldıyor. İçiniz ürperiyor, ruhunuz titriyor, gözleriniz doluyor ve özlediğiniz, yaşadığınız, yaşayamadığınız ne varsa, hepsi; bunları duyduğunuz, dinlediğiniz anda kapağı bir anda açılan bir barajdan boşalır gibi birden gönlünüze çağlaya çağlaya boşalmaya başlayıveriyor!


Kendisine ihtiyacı olan hiç bir şeyi veremeyen bu dünyadan ümidini kesmiş olan ruhunuz, birden canlanıyor, ferahlıyor ve kendisine hiç de yabancı olmayan bu nağmeleri hasretle kucaklayıp, bağrına basıyor. Sizse daha da şaşkınlaşıyor, bedeninizin ruhunuza belki de nasıl ilk defa bu kadar uyum sağlayabildiğine hayret ediyorsunuz ve bu arada da mutlaka ki, bedeniniz de bir taraftan, ruhunun sesine kulak vermekle ne kadar iyi ettiğini ve ne kadar mutlu olduğunu itirafa hazırlanıyor...


Ve birden içinizde bir yerlerde, bir kenarda unuttuğunuz "sevgi"nizin, birdenbire büyüyüp çoğaldığını, adeta içinizden taşmakta olduğunu hissediyorsunuz ve onun bir damlasının bile yitip gitmesine razı olamayacağınızı ve mutlaka onu, kendinize ait en değerli bir armağan olarak ona lâyık birine sunmak ihtiyacı içinde olduğunuzu farkediyorsunuz. 


İşte bu noktada diyeceğim şu ki; "ne mutlu o kişiye ki, sunduğu sevgisini, bu sunuşa yakışır bir şekilde kabul edebilen bir ruh bulabilmişse ve ne mutlu o kişiye ki, kendisine sunulan böyle bir sevgiyi, layık olduğu şekilde kabul edebilme yüksekliğine ulaşabilmişse..." Tabi, ne mutlu o "seçilmiş" insanlara ki, bu kadar güzel bestelerin, güftelerin, şiirlerin insanlığa ulaştırılmasında memur kılınmışlardır. Ve elbette ki, ne mutlu o insanlara ki, bedenlerinden gayrı, bir de ruhlarının olduğunu keşfetmişlerdir, "aşk"ı keşfetmişlerdir... Düşünün, o nasıl bir aşktır ki, sevdiğine "günaydınım", "nar çiçeğim" dedirtebiliyor! Kelime madenlerinden, bugüne kadar eşi benzeri duyulmamış, görülmemiş, bu kadar göz alıcı, insan ruhunu bu kadar okşayıcı deyişler çıkarıp, ünlü bir mücevher ustasının elinden çıkmış göz alıcı nadide elmaslar gibi bunları sevdiğine sunabiliyor!..



Bana bütün bu sözleri söyleten de, epey bir zamandır dilimden düşüremediğim; güftesini Fevzi Halıcı'nın yazdığı, Çinuçen Tanrıkorur'un da Kürdîli Hicâzkâr makamında bestelediği "Günaydınım, Nar Çiçeğim, Sevdiğim" adlı şarkıdır.



Güfte şöyle:



Şavkıması sana doğru yolların
Sana doğru denizlerin çağrısı
Çırıl çırıl ötelerde bir güzel
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim



Çıkmaz sokaklarda bu minyatür kim
Bu gögüs kim, ya bu gözler, bu saçlar
Uzak bir özlemde ayak sesleri
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim



Bu yıldızlar doğan günü çağrışır
Bu gündüzler gözlerini çağrışır
Ya kimlere verdin avuçlarını
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim



Vurdum tellerine seni sazımın
Sende anahtarı alın yazımın
Yağmur yağmur serpil yalnızlığıma
Günaydınım, narçiçeğim, sevdiğim



Bu muhteşem şarkıyı Melahat Gürses'in sesinden dinlemek isterseniz de, videosu burada:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder