24 Ağustos 2011 Çarşamba

SAKLI ŞARKILAR...

"MOR ELBİSE"

Nasıl oluyorsa oluyor, böyle güzel şarkılar, işte böyle, çalınmaya söylenmeye bir kenarda unutulup gidiyor.


"Mor Elbise" de bu şarkılardan biri... Yıllar var, bu bir zamanların unutulmaz şarkısını, internetteki paylaşımlar hariç, hiç bir yerde ne duydum ne de dinledim. İyi ki bu internet icat oldu da, böyle unutulmuş, saklanmış, pek az insanın hatırında kalmış o güzelim şarkıları bulabiliyoruz, dinleyebiliyoruz, paylaşabiliyoruz...  Bu şarkıyı bildiğim kadarı ile o zamanlar sadece Emel Sayın ve Ahmet Özhan "plağa" okumuşlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, bana göre Ahmet Özhan'ın sesi bu şarkıya daha iyi gidiyor sanki...

Bu kadar söz yeter diyelim ve aşağıda sözleri ile beraber videosunu da eklediğim bu güzel şarkıyı dinleyin ve bir an için de olsa, gidin o güzel günlere...


MOR ELBİSE

Nerde bakışlarından bana akan sevgiler....
Hani o saçlarından alnına düşen teller..
Nerde o akşamları bana verdiğin busen...
Hani loş ışıklarda giydiğin mor elbisen...

Nerde gözlerindeki sevda yüklü ışıklar...
Hani aşka susayan, titreyen o dudaklar..
Nerde o akşamları bana verdiğin busen...
Hani loş ışıklarda giydiğin mor elbisen...

Söz     : Halit Çelikoğlu
Beste : Selami Şahin

Yıl      : 1974






22 Ağustos 2011 Pazartesi

Mevsim Hüzün


Mevsim Hüzün


sonbaharın
öteki adıdır hüzün
gidenleri hatırlatır

yağmur bulutları
sarmaya başlarken şehri
bulanık bir suya
düşen yüzün
yüreğimin son çırpınmasıdır

öyle ki
adımlarının gölge gölge
takibindeyim

bil ki adımını attığın her yerde
sen belirirken ben silinivermekteyim

bu nasıl rüzgar bir yapraklar bir de
ben üşüyorum.

tut ellerimden hüzün mevsiminde
yüreğinden düşüyorum



Önder YILMAZ (Hayalayna)/ 4 Ağustos 2007




http://www.edebiyatdefteri.com/siir/22012/



7 Ağustos 2011 Pazar

CAN YOLDAŞI

Kimsenin pek bilmediği şeyler üzerine, şöyle böyle bir şeyler atıp tutmak, kendinizce yeni bir şeyler söylemek kolay da, aşk üzerine ahkam kesmek öyle göründüğü kadar kolay bir iş olmasa gerek!.. 


Hadi mesela, bulabilirseniz bulun hiç aşık olmamış birini de anlatın bakalım ona aşkı!.. İmkansız iş, değil mi? 


Mesele şu ki; okuduklarınıza, seyahatlerinize, duyduklarınıza, gördüklerinize dayanarak, mesela siyaset üzerine, ekonomi üzerine, ne bileyim, tarih üzerine kimi fikirler üretebilir, bunda başarılı da olabilirsiniz. Ama aşk öyle mi ya?!.. 


Aşk, aşık olduğumuz insanla paylaşmak için can attığımız bir sırrımız ise, içimizde bu "aşk hissi"ni uyandıran-ya da daha sorumuzu genişleterek soralım- "aşk"a dair içimizde daima hissedegeldiğimiz bu "açlığın" nedeni nedir?!.. Her konuda kendi kendimize yetebildiğimizle övünüp dururken, "aşk" söz konusu olduğunda neden başımız birden yere eğiliverir ki?.. Bedenimiz eksiksiz ama ruhumuz mu yarım yoksa?!.. "Bizden içre" olan başka bir "ben"imiz var ki, her halde biz ona yetemiyoruz!.. Öyle anlaşılıyor ki; o, kendi yoldaşını, kendi candaşını bulmadıkça öksüz ve yetim bir çocuk gibi içimizde hep ağlayıp duracak... 


Bundan sonrasını bırakalım, göklerin ve denizlerin aydınlık maviliklerinden, ağaçların, çayırların, çiçeklerin envaî çeşit renklerinden durmadan rengârenk buketler yapıp yapıp sevdiğine sunar gibi şiirler yazan, renklerin, göklerin, aydınlığın şairi Mehmet Başaran'ın "Can Yoldaşı" isimli çok sevdiğim dizeleri söylesin!..

CAN YOLDAŞI 

Sen hürriyetin, türkülerin kızı
Sen sıcaklığı kanımın
Şu koskoca dünya üzerinde
Yoldaşı kimsesiz canımın


İşte gözgöze geldik bu akşam
İnandım aşılırmış Kaf dağları da
Kollarında bakir toprak lezzeti
Yanıyorsun, bir damla ter kadar güzel


Sarışın tarlaları mı kucaklamışım ben
Ne bu çiçek kokusu ekin kokusu
Deli bir rüzgâr geçiyor gönlümden
Yıldızlar ışıyor gözlerin gibi


Böyle konuştukça avucun sıcak sıcak
Karşımda ıslak dudaklar titrer
Başım üstünde yeni doğmuş ay
Altın tınazlar gibi savrulur içim


Mehmet Başaran