28 Aralık 2013 Cumartesi

"Aşk ne kadar kısa ve unutmak ne kadar uzun."


Ben unutuşlarda kaldım gölgem yürüdü gitti karanlık karların içinde. 

Nasıl uğulduyor rüzgar. 

Nasıl savuruyor karları, geceyi, geçmişi. 

Aşk çok kısa, unutuş çok uzun. 

Kar yağıyor. 

Karanlık. 

"Bir kalır uzun kitaplarda anısı çok üşüdüğümüzün." 



(http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=3855404)

25 Aralık 2013 Çarşamba

8 Kasım 2013 Cuma

Yaşamak


NİKBİNLİK

Yaşamak, Rabbim, yaşamak,
Büyüyen ağaç, yeşeren ekin.
Hüzün veriyor insana;
Akşamı içimizden çekin!..

Ellerim, Rabbim, ellerim,
Bir oyuncak sevincinde.
Gökyüzü döktü nurunu;
Bahçeler aydınlık içinde

Bütün tohumlar çatlamış,
Annem sağ, mektebe gidiyorum;
Her şey ne kadar iyi...

Emin ÜLGENER

(*Nikbinlik: İyimserlik, optimizm...)

Tek sen gitme de...


Paris'te Sonbahar


11 Ekim 2013 Cuma

Hiç böyle bir dua etmek aklınıza gelmiş miydi?







Ne ilginç bir dua değil mi?

Bosna-Hersek Cumhuriyetinin ilk cumhurbaşkanı olan ve sıkı bir Müslüman olduğu bilinen Aliya İzzet Begoviç'in bu ilginç duası, aynı zamanda bizzat kendi hayat tecrübesiyle de sabit olduğu anlaşılan bir gerçeğin altını çiziyor.

Diğer insanlarla olan ilişkilerini kâr/zarar hesabına dayandıran ve onlarla olan ilişkisini herhangi bir eşya ile olan ilişkisinden farklı görmeyen, değil insanın, hayvanın bile doğasında var olan muhabbet duygusunu bir zaaf sanarak, "acınacak hale düşmemek için acımamalısın" gibi soğuk bir mantığı çok matah bir şeymiş gibi ilke edinen, "duygularını işe karıştırmamayı" büyük bir marifet bilen, tıpkı o çok bilinen fıkrada olduğu gibi; çağrıldığı mahkemeye gittiğinde kadının bir gözünün kör olduğunu görünce "selamün aleyküm kör kadı" diyerek kendince doğruları söylemekten perva etmediğini gösteren o ham insanların böyle kalpsiz dürüstlüklerinden Allah hakikaten bizi de korusun demekten ben de kendimi alamıyorum.

Eskiden birinin kâmil, yani olgun adam olduğunu anlatmak için ona; "halden anlar", "halden bilir" denirdi.

Aslında insanların çoğu bu hatayı hep yapıyor, kendilerini ve dünyalarını tek bir boyuta hapsediyorlar. Kendilerini bu tek boyutlu, beden ve eşyadan oluşan iki varlıklı bir dünyaya mahkûm edince de hem kendilerine, hem de karşısındakilere farkında olmadan büyük haksızlıklar ediyor, kendilerini ve başkalarını nice iyilik ve güzelliklerden mahrum etmiş oluyorlar.

Çünkü bu türden insanlar, kendilerini "kazan ya da kaybet" odaklı vahşi bir yaşam şekline mecbur edenin bu dünya olduğuna inanıyorlar. Kuralları önceden konmuş bir dünyaya göz açtıklarını varsayarak kendilerince buna göre bir oyun kurmuş oluyorlar!

Halbuki biraz düşünseler, her insanın "güçlü olanın" koyduğu kuralları değiştirebilecek bir potansiyelle doğmuş olduğunu, dünyayı değiştirme gücünün yalnızca insanda bulunduğunu görecekler ve hatta ve hatta "imtihan dünyası" da denen bu dünyadaki asıl imtihanın bu olduğunun da farkına varacaklar...



9 Ekim 2013 Çarşamba

5 Ekim 2013 Cumartesi

Olur ya...

Olur ya, belki bir gün biz de birlikte bir çay içeriz İstanbul'a karşı...


12 Eylül 2013 Perşembe

Sabahattin Kudret Aksal'dan bir şiir: Anı


ANI

Eski zaman rüzgârla girerdi odaya,
Güney rengi rüzgârla, bir tutam bulutla,
Güz ikindilerinin esrik kokusuyla.
Gelir otururdu evi gibi, en eski
Evi gibi, geçmiş günlerin sedirinde,
Bir buğuydu usulca tüten çaydanlıkta.

Işıklarla oynar, tüyden hafif balonlar
Uçurur havada, yakalamak isterim
Birini, dokununca solar avucumda.
Bir yüzü düşünür, bir yüzü anımsarım,
Sonsuzluğa açılan pencereye dönük,
Nerde şimdi, hangi düşsel denizde yitik!

Ne zaman, nasıl bir imbikten çekilmiş,
Binbir gündüz ve binbir geceden toplanmış,
Ufak tefek kırıntı, tülbentler, bohçalar,
Lâvanta çiçekleri kutularda saklı,
Tadından ürperen minder, mangal ve kedi,
Ceviz sandık, bir zamanın resimleriydi.

Döner durur kuş gibi saçaklarda, vurur
Kendini oradan oraya, ağaçlara;
Düşer avlumuzun orta yerine sessiz,
Ölüsü eski zamanın, yaşamdan sıcak.
Kanım sanki, şimdi kalktığım yatak sanki,
Çocuk gökyüzüm benim uçurtmalardaki.


Sabahattin Kudret AKSAL

24 Ağustos 2013 Cumartesi

Yıllar sonra anladım...

MERHUM YILDIRIM GÜRSES'İN; BİR ADI DA "YILLAR SONRA RASTLADIM ÇOCUKLUK SEVGİLİME" OLAN "MAZİDEKİ AŞK" ADLI BU GÜZEL ŞARKISINI PLÂKTAN İLK DİNLEDİĞİMDE SENE 1969'DU...

ŞİMDİ DAHA İYİ ANLIYORUM Kİ, BİR ŞEY GÜZELSE ZAMAN ONDAN BİR ŞEY GÖTÜREMİYOR, BİZ FANİLER GİBİ YAŞLANMIYOR, YIPRANMIYOR, BOZULMUYOR VE ÖLMÜYORLAR... KIYMETLERİ BİLİNMESE DE İLK GÜNKÜ GÜZELLİKLERİ İLE BELKİ BİRAZ KÜSKÜN, BELKİ BİRAZ SİTEMKÂR AMA AKIP GİDEN HAYATIN BİR YERLERİNDE, KİMSEDEN AŞ İSTEMEDEN, SU İSTEMEDEN, KENDİLERİNİ VAR EDENLERİN İSİMLERİ BAĞIRLARINDA, BİR BAŞLARINA ÖYLECE YAŞAYIP GİDİYORLAR... İYİ Kİ DE VARLAR VE HAYATLARIMIZA, AŞKLARIMIZA VE ANILARIMIZA EŞLİK EDİYORLAR...

YA OLMASALARDI?...

 

4 Ağustos 2013 Pazar

Alzheimerli eş ile 60. evlilik yıldönümü...

Alzheimerli eşi ile 60. evlilik yıldönümünü kutlayan bir büyükanne.

Torunları bu fotoğrafı şu sözlerle paylaşmış: "Büyükbabam Alzheimer hastasıydı. Çocuklarını, evini ya da başka bir şeyi hatırlamazdı. Fakat ilginçtir, ne zaman büyükannemi görse, "Benim güzel karıma bakın!" derdi." 

Uzun bir ömrün sonunda, hâlâ ilk günkü tazeliğini koruyan aşklar ve gönlün yaşlanmaz coşkularına eşlik edemeyecek kadar ihtiyar düşmüş bedenler... Adına dünya denilen bu mekânda insanoğluna reva görülen hüzünlere ayna olan bu resim, iç burkutan bu tezatı bize bir daha hatırlatıyor.

Bu resme düşülen notun orijinali ise şöyle:
 
"My grandparents 60th wedding anniversary. My grandfather had Alzheimer's. He didn't remember his children, his home or anything else, but as bad as it got, whenever he saw my grandmother he would say, "Look at my beautiful wife!"


22 Temmuz 2013 Pazartesi

Küçük Öğütler...



Bir kuş yaşıyorken karıncaları yer.
Fakat ölüyse karıncalar kuşu yer!..
Zaman ve koşullar her an değişebilir...
Hayatta kimseyi hor görme ve aşağılama
Bugün çok güçlü olabilirsin... Fakat unutma ki,
Zaman senden çok daha güçlüdür!!!..
Bir ağaçtan belki bir milyon kibrit çıkar
Fakat an gelir...
Bir kibrit çöpü bir milyon ağacı yakmaya yeter...
O halde hep iyi olmaya ve iyi işler yapmaya gayret göster...




19 Temmuz 2013 Cuma

CAN YÜCEL DER Kİ;


"Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram oldugunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık...

Sızlamayan her organ, hele de burun diregi bayramdır. Bayramdır, elden ayaktan düşmemek, zihinden önce bedeni kaybetmemek, kurda kuşa yem olmayip "çok sükür bugünü de gördük" diyebilmek... Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmus bir ilişkiyi bitirmek de öyle...

En acıktığın anda dumanı tüten bir somunun köşesini bölmek, korktuğunda güvendigine sarılabilmek, dara düştüğünde dost kapısını çalabilmek bayramdır. Bir sürpriz paketinden çıkan hediye, tatlı bir şekerlemede üstüne serilen battaniye, saçlarini müşfik bir sevgiyle okşayan anne bayramdır. "Ona güvenmiştim, yanılmamışım" sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram...

Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır. Evde yalnızlığı noktalayan insan nefesi, akşam kapıda karşılayan yavuklu busesi, sevdalı bir elin tende gezmesi, nice adağın ardından çınlayan çocuk sesi bayramdır.

Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram.. Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz her gününüz bayram olur.

Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır….."



11 Temmuz 2013 Perşembe

Eski güzel günler ve bir kaç resim...

"Sevgim ve Gururum", Süreyya Duru'nun yönettiği 1965 yılı yapımı, siyah-beyaz bir Türk filmi. Başrollerini Hülya Koçyiğit ve Cüneyt Arkın'ın paylaştığı bu filme (tıpkı o dönemin hemen hemen tümünde olduğu gibi) hakim olan o sade romantizmi bugün çıra ile arasanız inanın bulamazsınız! Tabii, bu benim fikrim. Bu tarafgirliğim belki o dönemlerin adamı olduğumdan ileri geliyor. Ama olsun! Sizin çocukluğunuz ya da gençliğiniz hangi döneme denk gelmiş olursa olsun, bu filmleri seyrettikten sonra, kendinizi inanılmaz bir şekilde dingin, sakin ve pozitif bir ruh hali içinde bulacağınızdan eminim. Ben şahsen çok bunaldığım zamanlar Youtube'u giriyor ve bu filmlerden hangisine denk gelirsem onu açıyor ve seyrederek şu gergin zamanlarda biraz olsun kafayı salim tutmaya çalışıyorum. Aşağıdaki sahnelerden de bunu anlamamak mümkün mü zaten?..


19 Haziran 2013 Çarşamba

Dünya gözü ile...

Aeolian Adası, Lipari / Sicilya 

Ahirette vaad edilen bir cenneti hak etmek için bu güzel dünyayı illâki cehenneme çevirmek ve onun güzelliklerine sırtımızı dönmemiz gerekmiyor...


15 Haziran 2013 Cumartesi

Ne dert kalır ne hüzün...


1979 yılında, 70 yaşında iken Eskişehir'de vefat eden, cumhuriyetin ilk dönem şair ve hikayecilerinden olan Türkçe öğretmeni Vehbi Cem Aşkun tarafından yazılan bu şiir, daha sonra Sadettin Kaynak tarafından nihavend makamında bestelenmiş ve Türk Sanat Müziğimizin hepsi de birbirinden güzel eserlerine böylece bir yenisi daha katılmıştır.

Güftenin tamamı şudur:

ne dert kalır ne hüzün
bir sudur akar zaman
seni ilk gördüğüm gün
dedim, ah, benim olsan

ay değil yıllar geçti
kavuşmak şimdi bir an
kış geçti, bahar geçti
dedim, ah, benim olsan

yeter, üzme, çabuk gel
uzamasın bu hicran
bu günlerden çok evvel
dedim, ah, benim olsan

...

Bu güzel şarkıyı Zeki Müren'in o emsalsiz sesinden dinlemek isterseniz de, şurayı bir ziyaret edin:

http://www.youtube.com/watch?v=w5ZzifFRIlE



14 Haziran 2013 Cuma

İşte böyle gülüm...

Nazım Hikmet'in "Son otobüs" şiirinden...


13 Haziran 2013 Perşembe

İnsanlık deyince...

İnsanlık deyince tek bir canlı türünü ve onların arasında cereyan eden ilişkiler bütününü kastediyor değiliz...


11 Haziran 2013 Salı

Zaman, Mekân, Eşya ve İnsan

Fotoğrafçılık, tartışmasız önemli bir sanat dalı. Fakat hayatlarımızı olduğu kadar mekanı ve eşyayı da kuşatan ve adına zaman dediğimiz o devingen boyutu mekanı sabit tutarak eşya ve insan üzerinden bu kadar güzel anlatabilmek ise şüphesiz çok daha başka bir şey olmalı...