28 Ekim 2012 Pazar

Veda etmek zamanı gelmeyegörsün...

"Şarap rengi zamanlar", sadece yıllanmış anıların saklandığı zamanlar değil benim için. Günler giderek kısalırken zamanın tuhaf bir şekilde ağırlaştığı, artık ne sıcağında, ne de ışığında yazınki heyecanından eser kalmayan bir güneşin gönülsüzce aydınlattığı, daha düne kadar aynı güneşin gür aydınlığı altında cıvıldaşan varlığın bilinmez bir şekilde suskunlaştığı o bilindik zamana yeniden adım atıyoruz.

Bütün bir varlığı az evvelki cıvıltısından alıp birden kendi içine döndüren bu vakitler ve ona gönülsüzce eşlik eden güneş bile aynı esrarın etkisi ile olacak, ışığı ile varlığı hakiki rengi ile bize tanıtıp dururken, huy değiştiren ihtiyarlar gibi, birden bütün eşyayı ve hatta zamanı bile boydan boya kızılımsı bir rengin tonlarıyla boyamaya başlıyor. Ve işte, yine bir kere daha, ne olup bittiğini bile daha anlayamadan kendimizi birden "şarap rengi zamanlar" krallığının hüküm sürdüğü bir ülkede buluyoruz. Yarı uykulu, yarı uyanık bir halde bocalayıp dururken, bir esrarlı el kuruyup kıvrılan yapraklarla beraber bizi  de ağır ağır ama durdurulamaz bir şekilde kendi içimize döndermeye başlıyor.

Evet, işte sonbahar ve işte hesaplaşma vakti!..

Hayat nedir, yaşamak nedir, biz kimiz, nereden geldik, nereye gitmekteyiz?.. Siz sormaya korksanız da bunları içinizde bir soran var! Ya takatiniz varsa yeniden bir yenileniş için kozanızı örmeye başlayacaksınız, ya da ihtiyaç duyduğunuz o ebedi huzuru, içinizden size "değmez artık" diye seslenen o sesin size işaret ettiği "mecburi istikamet"e yönelerek bulacaksınız!.. Peki, bu çok mu kötü?.. Hayır! Ve hatta tam da aksine; zamanı gelmişse bir dakika bile gecikmek istemiyor insan. Bilen bilir, tıpkı Yahya Kemal gibi...      



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder