2 Ocak 2011 Pazar

Bir gün dönse bana...

Ne garip şey özlemek? Zaman ve insan, hayat ve hatıralar... Ama şöyle ama böyle, ama iyi ama kötü, ama hep anılan, hep hatırlanan, zihnimizin gönlümüze resmettiği, hiç beklenmedik anlarda; kimi zaman bir koku ile, kimi zaman bir ses, kimi zaman ise, rüzgârlarla oynaşan bir dalın yerdeki gölgelerine dalıp gitmişken, birdenbire çıkıp gelen, beklenmedik bir anda ruhumuzu yaşadığımız "an"dan koparıp geçmişteki bir "an"ın önüne bırakıveren, geçmiş zamanlarımıza dair o, çok özel "an"lar...


Nerede, nasıl saklanmışlar da, bugün nasıl o ilk günün tazeliği ile yeniden karşımızda belirivermişler ve hâlâ nasıl bu kadar taze kalabilmişler, bir türlü çözemediğimiz... Ve hele de en çok o, en olmadık anlarda, beklenmedik bir yumruk gibi  böğrümüze iniveren ve birden bire bizi iki büklüm ediveren pişmanlıklarımız.

Yaptıklarımızdan ya da yapamadıklarımızdan duyduğumuz, derin bir iç çekişle geçiştirmeye çalıştığımız o iç sızılarımız...


Meğer bir gün o çok özleyip, hasretinden inim inim inleyeceğimiz, şimdi bizim için ancak bir hayâl olan o dünyanın, bir zamanlar ardına kadar açık olan kapısına sırtımızı döndüğümüzü bile farketmemişken, bugün; her şey çok daha başka olabilirdi deyip, Ademle Havvanın cennetten kovulduğu  gibi, artık bize yasak olan bir cennete ağıtlar yakmak, sonsuza kadar kapanmış kapılar önünde, bile bile, ümitsizce beklemek...


Çünkü, aklın ve mantığın hükmedemediği tek alan: sevmek!


Neden, niye, niçin ve nasıl sorularının hiç bir anlam taşımadığı, bilinen dünyanın dışında, ancak o boyutta yaşayanların anlayabileceği, yaşanan ama tarif edilemeyen, çok farklı bir dünya...


Aşk üzerine yaktığımız ağıtların, şarkıların, şiirlerin, beste ve güfte, ne varsa hepsinde de, o yitik cennete olan özlemlerimiz yok mu sizce?


Sorularımızı, Gönül Yazar'ın, eskimeyen sesiyle maziden seslendiği o şarkısı ile noktalayalım:

"Bir Gün Dönse Bana"